Abi
Ne çok özgüven çatlağı var ego trenine binmiş! Ezbere, belirlenmiş rotasına kilitlenmiş olsa da çok beylik laflarla "yok senden büyüğü en büyük sensin!” zannında bulunan ve bir yanı sürekli patinaj çektiğini görse de “Sen büyüksün yaparsın !” teraneleriyle trenin rayında olduğunu zanneden ego padişahı Takımtasçılar, iflah olmazlar mı hiç!!
Kapalı kavramların arkasına saklanmanın da zerrece faydası yok artık 3 Temmuz sonrasında! Çıkarcılar! Kendi nefislerinin hesabındalar; beklenti ve yüksek hedeflerle kirlenmiş, kendi elleriyle kendini kilitlemiş sıradan beşerler... Şampiyon olsunlardı da nasıl olursa olsundu tüm idealleri.
İşte; 3 Temmuz, trene çizilen rotanın şikeye çıktığını, tüm temiz değerlerin egolara teslim olduğunu ve esasen alınan bir yolun bir mesafenin bulunmadığının çıkarcılara göstergesiydi. Ağır Ceza Reis'in verdiği "Durun Artık" kararı ego padişahının geldiği son noktaydı.
Kendi egosunun devamlı kendini düşünen ve şiştikçe şişen kurbağadan artık bir farkı da yoktu. Çünkü onu bir prens değil adaletin soluğu öpecekti. Ve onlar hep kurbağa kalacakları.
Oysa bu kirli düzenin evvelden rotasını şaşırtmıştı Trabzonspor:
Yıllar 1967 yılını gösterirken fırtına, esmeye başlayacağı şehrin sakinliğinde kendini belli ediyordu. Karadeniz’den, memleketi kasıp kavuran bir fırtına geliyordu.
İstanbul takımlarının lig ve tüm kupalara ambargo koyduğu dönemlerde çıkıp tüm hayallerini, rüyalarını bozan bir takım oluşacaktı.
Bu takım bir şehrin ayağa kalkan kaderi değil, âdeta Anadolu'nun haksızlığa baş kaldırışıydı. Yiğidiydi, boynu güce eğilmeyeniydi, adil olmanın timsaliydi, abisiydi.
Öyle ki, İstanbul ondan çekinir olmuş, o da İstanbul'a nefes aldırtmaz olmuştu. Efeydi, dikti, dimdikti.
Örnek olmuştu tüm Anadolu Kulüplerine. Öyle ya kimsenin beklemediği burun kıvırdığı küçük bir kentten fırtına esiyordu. Umut olmuştu ihtilaller ocağı Anadolu'ya yeniden.
Trabzon efsaneydi.
Çünkü imkânsızlıklar içinde sivrilmiş; başarıların, birliğin, dayanışmanın, Karadeniz İnadının örneğini sergilemişti.
Formasına ter akıtmak her futbolcuya da nasip olmazdı. Efsaneler çıkarmıştı; Cemil'ler, Ali Kemal'ler, Turgay'lar, Necati'ler, Şenol'lar...
Ama topa az yan basanların, yüreksizlerin, onu basamak görenlerin yeri de asla değildi.
Tâki, endüstriyel futbol icat edilene değin bu abilik sürecekti.
Evet, abi yaşlanmış yorulmuştu eskisi gibi de esmiyordu. Kendi bünyesinden yetiştirdiği futbolcularla başarılı olma dönemi de sonlanmıştı.
Uzun yıllar baronlarla yalnız başına mücadele ederken kardeş takımlar ezber rotadan çıkmak istemiyorlardı. Hatta kötü gününde onu kümeye diye ıslıklamışlar, mahzun etmişlerdi.
Paralı, sinsi, fırsatçı, ego şampiyonu ve maalesef kirlilerle paydaşlıklarını koruyorlardı!
Neden!
Üstelik önlerinde başarılı bir örnek de varken!
Paralıydı paydaşları ve onların dümen sularında dolaşmak onları mutlu ediyordu. Ama bu onların konumlandıkları yeri tek basına manalı kılmazdı, neden sorusuna izahtan varesteydi durdukları yer.
Bir dönemin fırtınası, tarihinde birçok takımın yaşayamadığı başarıları ve sevinçleri yaşamış, son bir kaç yıldır ise küllerinden yeniden dogmayı hedeflemiş ve bunu tekrar başarmıştı.
Anadolunun Abisiydi. Unutanlara yeniden timsaldi. Tekrar temiz olanların, adil oyun isteyenlerin bayraktarlığını yapacaktı ve hatırlatmalıydı dünya aleme, haksızlıklarla abâd olunamayacağını.
Abiliğinin menbaı "Hak"tı.
Haksızlığa nerden gelirse gelsin dik durmaktı
Egemenlere karsı duruştu, zayıfın yanında yer almaydı.
İmkânsızlıkların üstesinden gelme, başarılı olma istenciydi.
2011 mücadelesinde yalnız ve mağdur edilendi belki ama o dik durmasından bir nebze olsun geri durmamış, haksızlığa baş kaldırmıştı. Bir kez daha dik oyunun temsilcisi, temiz futbolun savunucusuydu işte.
Şikecilerle birlikte olanların, yanlış istasyona fren basanların başları eğikti, arsızlıklarından ABİ diye de seslen(e)mez olmuşlardı.
Ama şunu iyi biliyorlardı süreçte yalnız bıraktıkları, onların yine hamisi kol kanat gereniydi. Bayraktarlarıydı.
Lakin bunu dileyecek yüzleri kalmamış, "kuyrukçuk" olmayı tercih etmişlerdi paralı Abi'lerine..
Abi mi?
O, hala eski zamanların efendi abisiydi ve mağdurluğuna uyanmamış bir mağrurdu aslında…
Kapalı kavramların arkasına saklanmanın da zerrece faydası yok artık 3 Temmuz sonrasında! Çıkarcılar! Kendi nefislerinin hesabındalar; beklenti ve yüksek hedeflerle kirlenmiş, kendi elleriyle kendini kilitlemiş sıradan beşerler... Şampiyon olsunlardı da nasıl olursa olsundu tüm idealleri.
İşte; 3 Temmuz, trene çizilen rotanın şikeye çıktığını, tüm temiz değerlerin egolara teslim olduğunu ve esasen alınan bir yolun bir mesafenin bulunmadığının çıkarcılara göstergesiydi. Ağır Ceza Reis'in verdiği "Durun Artık" kararı ego padişahının geldiği son noktaydı.
Kendi egosunun devamlı kendini düşünen ve şiştikçe şişen kurbağadan artık bir farkı da yoktu. Çünkü onu bir prens değil adaletin soluğu öpecekti. Ve onlar hep kurbağa kalacakları.
Oysa bu kirli düzenin evvelden rotasını şaşırtmıştı Trabzonspor:
Yıllar 1967 yılını gösterirken fırtına, esmeye başlayacağı şehrin sakinliğinde kendini belli ediyordu. Karadeniz’den, memleketi kasıp kavuran bir fırtına geliyordu.
İstanbul takımlarının lig ve tüm kupalara ambargo koyduğu dönemlerde çıkıp tüm hayallerini, rüyalarını bozan bir takım oluşacaktı.
Bu takım bir şehrin ayağa kalkan kaderi değil, âdeta Anadolu'nun haksızlığa baş kaldırışıydı. Yiğidiydi, boynu güce eğilmeyeniydi, adil olmanın timsaliydi, abisiydi.
Öyle ki, İstanbul ondan çekinir olmuş, o da İstanbul'a nefes aldırtmaz olmuştu. Efeydi, dikti, dimdikti.
Örnek olmuştu tüm Anadolu Kulüplerine. Öyle ya kimsenin beklemediği burun kıvırdığı küçük bir kentten fırtına esiyordu. Umut olmuştu ihtilaller ocağı Anadolu'ya yeniden.
Trabzon efsaneydi.
Çünkü imkânsızlıklar içinde sivrilmiş; başarıların, birliğin, dayanışmanın, Karadeniz İnadının örneğini sergilemişti.
Formasına ter akıtmak her futbolcuya da nasip olmazdı. Efsaneler çıkarmıştı; Cemil'ler, Ali Kemal'ler, Turgay'lar, Necati'ler, Şenol'lar...
Ama topa az yan basanların, yüreksizlerin, onu basamak görenlerin yeri de asla değildi.
Tâki, endüstriyel futbol icat edilene değin bu abilik sürecekti.
Evet, abi yaşlanmış yorulmuştu eskisi gibi de esmiyordu. Kendi bünyesinden yetiştirdiği futbolcularla başarılı olma dönemi de sonlanmıştı.
Uzun yıllar baronlarla yalnız başına mücadele ederken kardeş takımlar ezber rotadan çıkmak istemiyorlardı. Hatta kötü gününde onu kümeye diye ıslıklamışlar, mahzun etmişlerdi.
Paralı, sinsi, fırsatçı, ego şampiyonu ve maalesef kirlilerle paydaşlıklarını koruyorlardı!
Neden!
Üstelik önlerinde başarılı bir örnek de varken!
Paralıydı paydaşları ve onların dümen sularında dolaşmak onları mutlu ediyordu. Ama bu onların konumlandıkları yeri tek basına manalı kılmazdı, neden sorusuna izahtan varesteydi durdukları yer.
Bir dönemin fırtınası, tarihinde birçok takımın yaşayamadığı başarıları ve sevinçleri yaşamış, son bir kaç yıldır ise küllerinden yeniden dogmayı hedeflemiş ve bunu tekrar başarmıştı.
Anadolunun Abisiydi. Unutanlara yeniden timsaldi. Tekrar temiz olanların, adil oyun isteyenlerin bayraktarlığını yapacaktı ve hatırlatmalıydı dünya aleme, haksızlıklarla abâd olunamayacağını.
Abiliğinin menbaı "Hak"tı.
Haksızlığa nerden gelirse gelsin dik durmaktı
Egemenlere karsı duruştu, zayıfın yanında yer almaydı.
İmkânsızlıkların üstesinden gelme, başarılı olma istenciydi.
2011 mücadelesinde yalnız ve mağdur edilendi belki ama o dik durmasından bir nebze olsun geri durmamış, haksızlığa baş kaldırmıştı. Bir kez daha dik oyunun temsilcisi, temiz futbolun savunucusuydu işte.
Şikecilerle birlikte olanların, yanlış istasyona fren basanların başları eğikti, arsızlıklarından ABİ diye de seslen(e)mez olmuşlardı.
Ama şunu iyi biliyorlardı süreçte yalnız bıraktıkları, onların yine hamisi kol kanat gereniydi. Bayraktarlarıydı.
Lakin bunu dileyecek yüzleri kalmamış, "kuyrukçuk" olmayı tercih etmişlerdi paralı Abi'lerine..
Abi mi?
O, hala eski zamanların efendi abisiydi ve mağdurluğuna uyanmamış bir mağrurdu aslında…
Yorumlar
Yorum Gönder