Bir ikna hücresi: TFF
Aslında biz öyle bilmez öyle düşünmezdik. Her iş yeşil sahalarda olur, orada biterdi. Ter akıtır, nefes nefese kalır devre arasında limon emer hararetimizi dindirirdik. Çalım atar gol atar, çalım yer, gol yerdik. Arada diyagonal pas gönderir göğüs istobu yapardık. Bazen hakem ters karar verir, aman hacılar hakemdir ne yapsa yeridir derdik. Bitince de müsabıklığımız elini sıkar rakibimizin, yenmişsek sevinçli, yenilmişsek üzüntülü çene çalar bir dahaki müsabıklığımızı beklerdik. Saygı duyardık. Herşey kuralına göre olur der işimize bakardık. Denememiş, düşünmemiş, sınamamıştık. Büyüdük keyf-i futbolu izler olduk futbolsever olarak sadece. Bazen çok canımız sıkılmıştı. Kabul, ama kirli düzen kurulduğuna ikna olmamıştık. Hep söylenenlerin birer kurgu olduğundan dem vurmuştuk.
Meğer 3 Temmuz'muş futbolumuzun turnusolü ve onun çatı örgütü TFF'nun.
Oysa şikeli ligin bir öncesinde Başkanlık koltuğunda Hasan Doğan vardı. Kardeşliği sarmalayan, birlik ve beraberliğe çimento olan. İlginç olanı, onun da siyaset yapıcının telkinleriyle Genel Kurul'a gönderilmesiydi. Ama kısa zamanda uygulamalarıyla gösterdi ki olabilirdi, pekâlâ başarılabilirdi, futbolumuz yukarılara çekilebilirdi.
Heyhat kader, tüm iyiler gibi o da gitti. Geriye kalan ise “kişiye bağlı sistemin devam edemeyeceği” gerçeğiydi.
3 Temmuz sabahı sonralardan başkanlığa pek bir hevesli olduğunu "Tape"lerden öğrendiğimiz TFF Başkanı, kucağında bulmuştu kirli düzenin iflasını. Epey sonralar görülecekti; temizlerin safında durmaya fırsatı varken, inatla kirin pasın yanında durduğunu.
Kendi yalnız dünyalarının en büyük kulübün -biz bize yeteriz- en egosu tavan yapmış başkanını polis alıp götürecekti bilinenlere, şimdilik...
Artık birileri yaptıklarının bedelini ödeyecekti, ödemeliydi de. Çünkü güçlünün kurulan kirli sistemi iptal olmuştu.
Futbol artık adlî ve idari yargı konusu olmuştu. Ama işler medenî dünyada olduğu gibi gitmiyordu bizde. Sistem bağırsaklarını temizlemiyor son çırpınışlarını sahneye koyuyordu kurnazca. Koruma kalkanları kaldırılacak, temizlikle olan cenk hayatın akışına bırakılacaktı ki bu temiz kalanların kolayca anlayabilecekleri ve ikna olabilecekleri bir durum değildi. Çünkü hayatın normal akışında suçta vardı suçun karşısında cezada. Öyle inanıyorlardı.
Gel gör ki tüm kirli sistem yapıcılar çökmüşlerdi ta sistemin merkezine ve orda üs kurmuş tüm zevahiri iknaya uğraşıyorlardı. Balık hafızası taşıdıklarını umdukları bu fakîr milletin ikna olup kiri pası unutacağını hesaplamışlardı.
Yanıldıkları tek nokta bu millet fakirdi fakir olmasına ama sağduyusu ve vicdanı vardı. Yapılanları affetmesi bu kabilden mümkün değildi.
Ve adli yargı "Verdiğimiz karar adalete uygun olsun, isterse dünya yıkılsın umurumuzda değil..." diyerek nihayete erdirtmişti adlî süreci, üst mahkeme yolu açık diyerek.
Karar ise TFF ve şürekâsının yüzüne şamar etkisi yapsa da derin sessizliğe eş olmuşlardı. Medya gücüyle; TFF Tahkiminin vücut bulmuş iğreti kararıyla, Ceza Mahkemesi'nin akla kara gibi taban tabana zıt kararları manipülasyona tabi tutuluyor “biz bize yeteriz cumhurreisinin (!) ” ceza almasını gözden ırak tutup, tahliyesini servise koyuyordu.
Kurgulanmış TFF, tüm kurullarıyla omurgasızlığa gömülürken başaramadığı ikna etme vazifesini süreç başından beri silahşorluğa soyunmuş cengâver merkez medya üstleniyordu. Ve bizler tüm bu çabaya ikna olmalıydık (!). Lakin yüreğimiz kabarıyordu ve "hukuk var" denilen o "karar" orda duruyordu.
Bir grup medyada çöreklenmiş herif-i naşerifin arkasında durduğu ikna çabası da ikna etmemişti temiz futbol özleminde olanları. Bir kez sevdalanmışlardı adalete ve dünya yıkılsaydı üstlerine asla ikna olmayacaklardı. Umutlarını ise Kaf Dağının ardına değil İsviçre'nin Nyon kentinden gelecek karara bırakmışlardı.
Ordanda gelmezse"HAK"!.. Elalarini elalarını Allah versin ... Diyeceğiz hep beraber...
Yorumlar
Yorum Gönder