Uğultu

 Karanlıktı ve koşuştururken insanlar, meydanın ortasından göğe doğru yükselen toz bulutundan elbette haberleri yoktu. Umursamıyorlardı da kalabalığı. Tek dertleri, bencilce koşuşturmaktı. En fazla “kim eğlenecek” yarışıydı. Duyarsızdı yek, diğeri yek diğerine!
Seçtiklerinin onlarca kez kurduğu panayırdan, belli ki vazgeçemiyorlardı…

Sıcacıktı Temmuz. Gecesinde ise insanların,
 bir nebze serinlik umudu meydanı doldurma nedenleriydi. Canlılık ve yaşam kazandırmıştı panayır, kaç zamandır buraya..
Cümbüş içinde zaman geçerken, kimisi elbette sadece koşuşturmuyor; kollarındaki saate de göz atıyorlardı. Ezan okunma zamanını kolluyorlardı. Bekledikleri ezan karanlığa okundu okunacaktı. Ama ah o panayır telaşı, karmaşası, uğultusu…
Ezan sesine perdeydi, duyulmayanıydı.
Meydanda her milletten insan vardı ve eğleniyorlardı işte!
Veya öyle görünüyordu. Oysa, Fırsat bulmuşlardı dışarıya çıkmanın çoluk çocuk, genç yaşlı, can canan…
İşte ezan okunmuştu..
Ya Rabbi! Huşu içinde okunan yatsı ezanını dinlemekten başka, o an kendini mutlu edecek ne olabilirdi diye düşündü ezanı dinlerken.
Yalnızdı.
Evden teravihe gidiyorum demiş; koşarak atmıştı kendini panayır meydanına. Şimdi ise huşu içinde okunan ezana ve çağrısına koşamıyordu.
Oturmuş bir kenara insanların amaçlı amaçsız koşuşturmasını izliyordu .
Kalakalmıştı öyle.
Kolu kanadı kırılmıştı sanki. İçeriden bastıran nihayetsiz isteklerle; kendi gücü, kuvveti, bilgisi, iradesi arasında boğulur gibi oluyordu.
Canı öteden beri sıkkındı.
Adaletsizlik yapanlar da oradaydılar işte. Onlar da saf olmuş, hocanın hızlıca okuduğu Zemi Surelerini takip ediyorlardı. Haksızlığa rıza gösterenle, suçu örtenle nasıl aynı safta yan yana gelirdi?
Acaba abartıyor muydu?
Altı üstü futbol muydu?
Aldırmamalı mıydı?
İçeridekilerde meydanı dolduran kalabalık gibi bencil ve duyarsız miydi?
Onların da maskeleri var miydi?

Futbol!...Kirliydi ve kirliliği maalesef korunuyordu..O zaman, futbola ait ne varsa çöpe atmasını bilirdi bilmesine de; mesele sadece o değildi! Asıl mesele, millet olarak, vicdan ve aklı kişiselleştirdiğimiz idi.
Hani nerde kamu vicdanı?
Hani nerde ortak akıl?
Millet olarak bizi biz yapan; "Hak peşinde var olma”, “yar olma" melekemizi kaybediyorduk ki, vahim olanı da buydu.
Bu nedenledir ki, oyunu bile adil yönetemeyenler, hayat dediğimiz "gerçek oyunun" eşit şartlarda adilâne olmasını sağlayabilirler miydi?
Bir an bu dünya kimseye kalmayacak, ne bu koşuşturma, ne bu maskeler, ne bu adaletsizliklere râm olma, ne bu iki yüzlülük diye düşündü kaşlarını çatarak…
O esnada, kendine doğru dizlerinin ve ellerinin üzerinde sürünen dilenci adam, tüm bu düşüncelerden sıyrılmasına sebep olandı. Dilenci adamın yanındaki telsizli sivil giyinimli gençten şahıs:  "Yürüyorsun!...Ne diye sürünüyorsun...Kalk yürü!" diyordu, dilenci adamı itip kalkarken…
Adamın bu hali ve sivil giyinimli gencin bu söylemi kendine getirmişti.
İlk kez kulaklarını tırmalayan uğultu kesilmiş; yüzüne meltem rüzgarı almıştı. Yüzü aydınlanmış, gülümsüyordu şimdi.
Evet, kendilerine haksızlık yapılmıştı elbette, haklarını arayacaklardı. Hak arayıcılarına da karınca kararınca destek olacaklardı. Hırsızlara sırt olacak; ama asla sürünmeyeceklerdi iki büklüm.
Oyunu adil yönetemeyenlere, gününde güçlü bir cevap vereceklerdi. Genç bir ömür tarihlerinde eğilmemiş, dimdik ayakta kalmışlardı. "Ajite ediyordunuz" kozu şikeci mahfillerden ve şike goygoycularının elinden alınmalıydı. Alınacaktı.
Direnç göstermeye devam edeceklerdi. İleriye bakacak, meydanı dar edeceklerdi hırsıza, hırsızı örten hırsıza…

Uğultu dinmiş, panayır meydanı seyreklemişti.
Camiden kulağına çalınan tekbir seslerine "Ya Allah" diyerek koşacak cemaate saf olacaktı…
İçini kaplayan Ramazan umudu ve sevinciyle.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

LÂMELİF

Belediye Seçimi Gelecek Seçimi

Yerelden Genele Selam Kazansın