Kalk Oğlum!



Yatağında doğrulmuş, kafasını iki elinin içine hapsetmiş, öylece oturuyordu.
Beklediği sesi duyamamıştı!
“Kalk oğlum okula geç kalacaksın” diyeni artık yoktu.
Hep homurdanır yatağından hiç kalkmak istemezdi o sese.
Şimdi ise nelerini vermezdi o ses için.
Boşluğa bakan gözleri ve karınca yürüyüşünü duyacak kulakları işe yaramıyordu…
Yoktu işte, sesi de yoktu kendi de.
Başını, saçlarını okşayacak nasırlı eller de artık yoktu.
Gözlerine bakınca ışıl ışıl gemici feneri gibi olan o gözler de yoktu.
Kızgındı.
“Neden benim babam, neden neden” diyordu.
Neden kalkıp gelmişlerdi kuzeyden, doğduğu topraklardan.
Trabzon’dan.
Madencilikte neyin nesiydi?
Ah Babacığım, ah benim dağ babacığım.
Karanlıklarda kaldın bizim aydınlığımız için.
Ah Babacığım.
Dağ Babacığım.
Kaya Babacığım.
Hatırladı üç yıl öncesini çok sevinmişler çok sarılmışlardı.
Sonunu getirememişlerdi…
Ama diyordu ki babası “elbet var bir bit yeniği bu işte oğul”!
Güçlüler ellerinden araklamışlardı düpedüz emeklerini. Sonradan her şey ortaya çıkacak ama bir türlü çalınan hevesleri, mutlulukları geri alınamayacaktı. Artık verilse bile şampiyonlukları babasına sarılamayacak sevinemeyeceklerdi beraber.
Sadece emeklerini değil bu kez güçlüler karanlıkta canını almışlardı.
Can!
Can Babacığını.
Artık yoktu.
Yatağından kalkmak istemiyordu.
Biliyordu. Küçük omuzlarında, kaldıramayacağı dünyanın yükü olacaktı.
Uzandı, yatağındaki yastığını düzeltti.
Yüzükoyun yattı ve karanlık oluşturdu gözlerinin önüne. Babasının gözlerini yumduğu karanlığı…
Gözleri dolmuş karanlığı ıslatıyor, damlalarla içinde yanan ateşe su taşıyordu şimdi.
“Neden benim babam?” dediğinde aldığı bir cevap yoktu, olmayacaktı da.
Sessizliğiyle, iç çekmeleriyle dindiriyordu yüreğindekilerinin acısını.
 O an bir ses duydu ta yüreğinde…
  “Ben yandım, sizler yanmayacaksınız. Anan sana emanet koy verme kendini hemen”.
Ah!
Artık biliyordu, omuzlarında kaldıramayacağı mutsuzluklar olacaktı.
Annesi ve kendisinin mutsuzluğu kaldıracakları dermanları da olmayacaktı.
Dünya haklıların değil güçlülerin dünyası olmuştu.
Islandı kirpikleri yeniden.
Yastığa bastırdığı gözleri, karanlığı tekrar ıslatmaya başlatmıştı.
Dokunmadı onlara.
Biran içini sevinç kapladı sevindi, çok sevindi. Bu güçlülerin patronların dünyasına ait olmadığını biliyordu. Hesaplaşması kendinle değil onlarla olacaktı.

Uzandı yetişemedi güneşin ilk ışıklarına.
Başını koyduğu yastık her zaman gibi yumuşak değildi.
Islak yastığı düzeltip uzandı: kendisine “kalk oğlum” diyecek sesi duymayı umarak.


Trabzon'un Beşikdüzü ilçesinden Soma Kazasında şehit olan madenci Ahmet Kaya ve ailesine ithaf ederim







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

LÂMELİF

Belediye Seçimi Gelecek Seçimi

Yerelden Genele Selam Kazansın