Kardır Yağan Üstümüze Geceden

"Kar yağışı sabahın eken saatinde Riva ve Kilyos’ta başladı. Karadeniz üzerinden inen kütle ilerleyen saatlerde Şehrin diğer kesimlerinde de karla karışık yağmur ve kar şeklinde devam edecek..."
Böyle diyordu sabah haberleri.
İçi ısındı.
Nedense ta çocukluğundan beri kar yağışı onu heyecanlandırırdı.
İçini tarifsiz sevinç kaplardı.
Belki karın soğuk ama sessiz beyazlığı ve belki de kar tanelerinin herbirinin gökte kelebekler gibi uçuşuydu onu heyecanlandıran.
Çocuk kalbi her kar yağdığında yerinde duramaz kıpır kıpır ederdi.
Kafasını uzun zamandır meşgul eden dosyasından kaldırdı ve pencereden dışarıya baktı.
Odasından İstanbul Boğaz'ının girişi, muhteşem Ayasofya ve Sultan Ahmet Camileri, Elif zarafetinde göğe doğru uzanan minareleri, heybetiyle denize doğru uzanan altı yüzyıl adaletle hükmeden mağrur Topkapı Sarayı görünüyordu.
Hava açık olduğu zaman, Adalar ve Marmara Denizi Yalova'ya kadar bir ufuk bakışı önündeydi.
Üsküdar'ın Kızkulesi Boğaz girişinde tüm yalnızlığı ile buradayım diyordu.
Hava sertti.
Kapkara bulutlar Marmara Deniz’ini ısıtmaya çalışan güneşi perdelemeye çalışıyordu.
Boğaz girişinde ışık ve bulut gösterileri önemli günlerin havai fişeklerinin oluşturduğu yapay şölene inat muhteşem ışık huzmeleri ile Rabbülaleminin sanatını tüm görkemiyle ortaya koyuyordu.
Tablo gibi görüntünün karşısında doğrusu biraz afallamıştı.
Evet, haklı çıkmıştı bu kez haberler.
"Hava gittikçe sertleşiyor daha da sertleşecek gibi" diye mırıldandı.
Koltuğundan kalkarak pencereyi açtı. Boğaz'ın esintisi yüzüne sertçe vurmuş kendine getirmişti.
Sokakta kalan muhacir çocuklar gözünün önüne geldi.
Vahşi Esad'dan yani Ölüm ‘den, yalınayak, üç beş eşya ile evinden Anayurda, Memlekete sığınan bir milyonu çocuk Suriyeli Can'lar bu soğuğu, yağacak karı heyecanla beklemişler midir diye düşündü?
Bu düşünceden utanarak sıyrıldı hemen.
Biliyordu zaman zaman şehrin gri sokaklarında bir çoğunu yalın ayak, üstsüz başsız ve bahtsız görüyordu.
Çocukların elleri, ayakları, küçücük kalpleri üşüyordu.
Hava soğuktu ve kimi insanların bakışları daha da soğuktu.
Tüm bunlara sebep olan değildi belki ama neticesinden sorumluydu.
Esad'ın acımasızlığı bir manada kendilerinin de imtihanı olmuştu.
Ya kaybedecek ya da kazanacaklardı.
Feraset sahipleri yazgılarında yer alan  "Ensar olabilecekler miydi?" imtihan sorusuna cevap arıyorlardı.
O bir milyon çocuk ümmetin çocuklarıydı. Üşüyebilirlerdi belki ama gözlerindeki umut asla donmamalıydı!
Şefkatleri, merhametleri o çocukları sarıp sarmalamalıydı.
Baba gibi, Ana gibi, Kardeş gibi, Ensar gibi ...
Pencereyi kapatmış canı sıkkın bir şekilde koltuğuna çökmüştü.
Artık pencereden görünen muhteşem manzara ve inceden başlayan kar onu ne heyecanlandırıyordu ne de kendisine bir sevinç veriyordu.
"Ensar, Ensar" dedi ve sustu.
Resulullah'ın sahabileri, gökteki yıldızlar; Ensar'lar ne güzel ne yüce insanlarmış diye düşündü.
Öyle ya her Ensar, kardeş olduğu Mekkeli Müslümana malının yarısını veriyordu. Muhacir kardeşlerine karşı misafirperverliğin, kadirşinaslığın, paylaşmanın, insanlığın en yüksek noktasını göstermekten haz alıyorlardı. Muhteşem yıldızlardı onlar.

Ah Efendim,
Ne çok uzak kalmışız gölgenden. Unutmuşuz merhamet iklimini. Birlik olmak varken yalnızlığı seçmişiz.
Niye, hiç düşündük mü?
Niye?
Niye uzak kalmışız?

Artık tipileme yağan kar gönlüne gönlüne yağıyordu.
Çıkıp gitmeli ve bir çocuğun üstünü örtmeliydi.

Örtmeliydi ve çocuklara soğuk bakanların soğuğunu ısıtmalıydı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

LÂMELİF

Belediye Seçimi Gelecek Seçimi

Yerelden Genele Selam Kazansın