İsrail Devletinin Kurulması Bir Batı Projesi midir?
İSRAİL DEVLETİNİN
KURULMASI BİR BATI PROJESİ MİDİR?
Süleyman
HACICAFEROĞLU
Özet
Bu
çalışmanın amacı İsrail Devletinin kurulmasında batının ne derece görev
üstlendiği, İsrail Devletinin kuruluşunda tek başına etkin olup olmadığı,
Batının bu noktada sistematik bir plan dahilinde eylemde bulunup bulunmadığı
sorularına cevap bulmaktır. Araştırma konu ile ilgili geçmişte
yapılan çalışmalar ve mevcut bilgilerin araştırılması suretiyle,
literatür tarama yöntemi kullanarak yapılmıştır. Araştırmada; İsrail Devletinin
kuruluşunda, siyasi ve idari davranışlarında batılı devletlerin ve onların
kurduğu Uluslararası örgütlerin nasıl destek olunduğunu, kronolojik olarak
İsrail devletinin Siyonizm ve öğretisi ile bölgede genişleme çabaları ortaya
konularak, tüm bu genişleme çabaları karşısında Batı’nın tavrına ya da İsrail
tarafından görmezden gelinen etkisiz tepkilerine de temas edilmiştir.
Anahtar Kelimeler:
İsrail, Batı, Siyasi, İktisadi, Filistin.
1. GİRİŞ
İngilizler tarafından
ilk kez `Ortadoğu` diye adlandırılan bu kadim coğrafya üzerinde onlarca medeniyet
kurulmuştur. Bu topraklar üzerinde barışın hâkim olduğu asırlar olduğu gibi yine
savaşın da asırlarca eksik olmadığını söylemek yanıltıcı olmaz. Buna mukabil, Osmanlı
dönemini huzur yılları ve/veya asırları diye tanımlayıp ayrı tutmak da mümkündür.
Son yüzyıl
huzursuzluğu, İsrail devletinin kurulması ile bağlantılı mıdır? Şayet bağlantılı
ise bu savaş ve oluşan kaotik durumdan avantajlı kim/ler çıkabilir? Neden
İsrail bu bölgede varlığını devlet olarak ortaya koymuştur. Şüphesiz makalemde
bu sorulara cevap ararken İsrail Devletinin kurulmasında batının ne derece
görev üstlendiği ile kuruluşundan günümüze İsrail Devletinin siyasi ve idari
davranışlarında batılı devletlerin ve onların kurduğu Uluslararası örgütlerin
nasıl destek olunduğu sorularına da cevap aranılacaktır. Kronolojik olarak
İsrail devletinin Siyonizm ve öğretisi ile bölgede genişleme çabaları ortaya
konulacak, tüm bu genişleme çabaları karşısında Batı’nın ikircikli tavrına ya
da İsrail tarafından görmezden gelinen etkisiz tepkilerine de temas
edilecektir.
İsrail ya da resmi
adıyla İsrail Devleti Asya ve Afrika kıtalarının kesiştiği yerde Akdeniz’in
doğu kıyılarında bulunan bir devlettir. Coğrafi olarak, Asya kıtasında
bulunmaktadır; batısında Akdeniz, kuzeyinde Lübnan ve Suriye, doğusunda Ürdün,
güneyinde ise Mısır ve Kızıldeniz ile çevrilidir. Başkenti Tel Aviv’dir. 14
Mayıs 1948 yılında kurulmuştur. Uzun ve dar bir topografyaya sahip olan İsrail,
470 km uzunluğunda olup, en geniş bölgesi yaklaşık 135 km’dir. Sınırları ve
ateşkes hatları içerisinde kalan toplam yüzölçümü 27.817 km²’dir. İsrail yaklaşık
olarak 8.059.000 milyonluk nüfusuyla (2013), çeşitli din, kültür ve sosyal
geleneklere sahip insanları bir araya getirmiştir. Para birimi Yeni İsrail
Şekeli’dir (Çağlayan, 3. Baskı - 2010) .
2. Yöntem
Araştırma konu ile ilgili geçmişte
yapılan çalışmalar ve mevcut bilgilerin araştırılması suretiyle,
literatür tarama yöntemi kullanarak yapılmıştır. Literatür taraması, veri toplama ve
toplanan verinin öneminin tartışılması, toplanan verilerin problemle
ilişkisinin kurulması ve bilginin sınıflandırılması aşamalarından oluşan bir
süreçtir (Balcı, 2001, 63). Var olan kaynak ve belgeleri inceleyerek veri toplanarak
yapılan literatür taraması, araştırma probleminin seçilerek anlaşılmasına ve
araştırmanın tarihsel bir perspektife oturtulmasına yardımcı olur (Karasar,
1994, 183).
3. Tartışma
Anayurdundan
ayrılmış, muhaceret yaşamında varlığını sürdürmesi tehlikeye girmiş toplumların
hemen hepsinde anayurda dönüş hareketi gözlenmektedir. Buradan hareketle İsrail
Devletinin batı projesi olup olmadığı sorusunu bu bağlamda ele alma imkânı
bulunmaktadır.
Yahudilerin Dönüş
hareketlerinde ve İsrail Devletinin kurulmasında Batı ne derece yer almaktadır?
Bu itibarla konu bağlamında kalmak üzere şu dört hipotezi ileri sürebilirim;
1) 19. Yüzyılın
sonlarında Yahudiler kitlesel olarak Doğu Avrupa ülkelerinden Batı Avrupa'ya ve
Amerika'ya göç etmeleri ile o ülkelerde oluşan anti-Semitizmin sonucu Yahudiler
arasında Siyonizm ve Filistin'e dönüş düşüncesinin Yahudi diasporası tarafından
canlı tutulması,
2) Yahudi şeriatının
Yahudiler üzerindeki motivasyonu,
3) Nazi Almanya’sı
tarafından Yahudilere karşı yapılan genosit nedeniyle Batının Yahudilere yurt
edindirme çabaları,
4) Sanayi devrimi
sonrası Ortadoğu’da keşfedilen zengin yeraltı kaynaklarına sanayinin döngüsü
adına hâkim olma isteği şeklinde ifade edebiliriz.
İsrail Devletinin batı
projesi olup olmadığını düşündüren dört hipotezden ilki olan; 19. Yüzyılın
sonlarında Yahudiler kitlesel olarak Doğu Avrupa ülkelerinden Batı Avrupa'ya ve
Amerika'ya göç etmeleri ile o ülkelerde oluşan anti-Semitizmin sonucu Yahudiler
arasında Siyonizm ve Filistin'e dönüş düşüncesi tüm diğer hipotezlerin odak
noktasını oluşturur. Esasen, Roma ve Babil saldırıları sonucu dağıtılan
Yahudiler, bulundukları bölge/ülkelerde Filistin’e dönüş idealler kuşaktan
kuşağa yaşatılan bir ideale dönmüştür.
Ortaçağ’da feodalitenin zayıflaması ve ticarette yerel çoğulculuğun artması nedeniyle Yahudi tüccarlar güç kaybetmiştir. Ortaçağ'da Yahudiler Batı Avrupa'da toplumların tüm sınıfları ile çatışma halindeydi. Yerel tüccarlar ve gelişen yeni burjuvazi, Yahudiler ile ticari ilişkileri kontrol altına alma mücadelesi veriyordu. Bunun sonucunda batı Avrupa’da Yahudiler güç kaybetmiş ve tüm haklardan istifade edemez hale gelmişlerdir. Yahudilerin Batı Avrupa ülkelerinde baskı altındaki konumları, yerel burjuvazinin egemenliğini kabul ettirerek siyasal iktidarı ele geçirmesi ve ulus-devletlerin inşası ile sona ermeye başladı.
Ortaçağ’da feodalitenin zayıflaması ve ticarette yerel çoğulculuğun artması nedeniyle Yahudi tüccarlar güç kaybetmiştir. Ortaçağ'da Yahudiler Batı Avrupa'da toplumların tüm sınıfları ile çatışma halindeydi. Yerel tüccarlar ve gelişen yeni burjuvazi, Yahudiler ile ticari ilişkileri kontrol altına alma mücadelesi veriyordu. Bunun sonucunda batı Avrupa’da Yahudiler güç kaybetmiş ve tüm haklardan istifade edemez hale gelmişlerdir. Yahudilerin Batı Avrupa ülkelerinde baskı altındaki konumları, yerel burjuvazinin egemenliğini kabul ettirerek siyasal iktidarı ele geçirmesi ve ulus-devletlerin inşası ile sona ermeye başladı.
Ulus-devletin kurulduğu
ve kapitalizmin egemenliğini sağladığı ülkelerde Yahudiler artık "özgür yurttaş" olarak kabul
ediliyordu. Bu durum özellikle zengin Yahudilerin asimilasyon sürecini
hızlandırdı.
Batı Avrupa'da
Ortaçağ'da yaşanan süreç, Doğu Avrupa'da 19. Yüzyılın sonlarında yaşanmaya
başlandı. Doğu Avrupa ülkelerinde küçük üretici ve serbest meslek sahibi
Yahudilerin oranı nispeten daha yüksekti, fakat bu ülkelerde feodalizmden
kapitalizme geçiş, beraberinde Batı Avrupa'dakine benzer şekilde Yahudi
katliamlarını (pogromları) da getirdi. Bu nedenle, 19. Yüzyılın sonlarında
Yahudiler kitlesel olarak Doğu Avrupa ülkelerinden Batı Avrupa’ya ve Amerika'ya
göç etmeye başladılar. Yahudilerin Batı Avrupa'ya kitlesel göçü, bu ülkelerde
anti-Semitizmin, genç milliyetçi ideoloji ile pekiştirilmiş bir şekilde tekrar
canlanmasına yol açtı (Taymaz, 2002) .
Siyonizmin gelişiminde
şüphesiz en önemli isim Theodore Herzl 'dir. Herzl, 1896 yılında yayınladığı
Yahudi Devleti isimli kitabıyla Siyonizmin temellerini oluşturmuştur. Herzl'e
göre; siyasal hakların tam olarak tanınması asimilasyona yol açmaktadır. Fakat
Yahudilerin yaşadığı her ülkede, Yahudi-karşıtlığı (anti-Semitizm) geliştiği
için siyasal hakların tam olarak tanınması da söz konusu değildir. Herzl'e göre
" Yahudi sorunu" toplumsal veya dini bir sorun değil, ulusal bir
sorundur ve bu nedenle Yahudilerin kendilerini koruması ve varlığını
sürdürmesinin tek yolu kendi devletini kurmaktır. Yahudilerin kitlesel ölçekte
Filisten'den sürgün edilerek dağılması ve Orta Doğu ülkelerinde başlamak üzere
bir Yahudi diasporasının oluşmasında Babil Sürgünü ve Kudüs'ün yıkılması önemli
bir rol oynamıştır (Taymaz, 2002) .
1897'de
Basel'de toplanan Birinci Siyonist Kongresi, merkezi örgütlenme yolunda önemli
bir adımdı. Bu kongrede kabul edilen Basel Programı'nda hareketin amaçları
şöyle özetleniyordu: "Siyonizm,
Yahudi halkı için Filistin'de resmen ve kanunen garanti edilmiş bir yurdun
yaratılmasına çalışmaktadır”. Bu kongre ile domino taşları yerinden
oynatılmıştır (Taymaz, 2002). İngilizler de her dönemde, Yahudilerce kurulacak
bir devleti desteklemişlerdir. 17 Ağustos 1903'de İngilizler Herzl'e Filistin'e
yerleşilmesi önerisi 6. Kongre'de kesin olarak kabul edildi (Özcan, 2016).
Bu
bağlamda Diasporanın başarmış olduğunu, İsrail Devletini kuracak eylem
bütünlüğünü ve gerek Yahudiler nezdinde gerekse güçlü ülkeler nezdinde bu
görüşlerini kabul ettirmişlerdir.
Giriş
bölümünde kadim coğrafyaya temas etmişken ve huzur asırları olarak Osmanlı
yönetimini zikretmişken 18. Yy. ve sonrası gelişmelere bölge açısından temas
etmek yararlı olacaktır.
Sanayi devrimi ile kıta Avrupa’sının
periferisinde bulunan Britanya, İmparatorluk serüvenine başlamış ve
topraklarında üretilen malları yeni pazarlara açılmasını sağlamak üzere
emperyal girişimlerini hızlandırmıştı (Münkler, 2009) . 1800’lerde,
Britanya İmparatorluğu (İngiltere olarak belirtilecektir) öncülüğünde, emperyal amaçlarına hizmet
edecek uzun soluklu bir “sömürü plânı” hazırladı. Bu plânın odağında, Osmanlı
Devleti yönetiminde yaşayan etnik unsurları kışkırtmak, İslâm dünyasını
etkilemek ve böylelikle Osmanlı Devleti’ni parçalamaktı.
Osmanlıların elinden Hilafet gücünün
alınması dünya üzerindeki tüm Müslümanları halifenin etki ve gücünün dışında
bırakacağından elbette halifeliğin kaldırılması planların arasında
yapılacakların ilkiydi. Müslümanlar, Hilafet otoritesi ve birliğinden mahrum
edilmek suretiyle, dağılmaya mahkûm edilmeliydi. Elbette kendi ürettiği sanayi
malları için yeni pazarlara kavuşacak ve İslâm dünyasının elindeki zengin
kaynakları da bölüşülecekti. Özellikle Ortadoğu’daki petrol yatakları
yağmalanacaktı (Armaoğlu, 2016) .
Peki,
ama nasıl? Batının bölgedeki karakolu kim olacaktı? Batı, coğrafyada üstlenmesini
nasıl yapacak ve gerek mal satımını ve gerekse sanayisinin hammaddesi olan
petrol kaynaklarını nasıl kontrol altına tutacaktı? Bunun için bölgede Müslüman
yapay devletleri kurmak yeterli olabilir miydi? Elbette bu sorunun cevabı
hayırdı. Müslümanlar inanç akideleri gereği “hürriyeti” vazgeçilmez buluyordu.
Manda ve benzeri yönetim şekilleri ile onları topraklarına uzun bir süre hapsetmek
mümkün olmayabilirdi.
Emperyal
sebepler ve zengin kaynaklara tam hâkimiyeti içeren bu proje, Ortadoğu’da bir
“taşeron devlet” kurulmasını zaruri kılıyordu. “İsrail Devleti” fikri kanaatimce
böyle doğdu ve İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Belfour tarafından 1917’de
açığa vuruldu: “Haşmetli İngiliz Kraliyet
Hükümeti, Filistin’de Yahudi halkı için milli bir devlet kurulmasını memnuniyetle
karşılıyor. Bu gayeye ulaşmayı kolaylaştırmak için en değerli mesailerini
harcayacaktır” denilmesi en belirgin ispatıdır (Balfour
Deklarasyonu, 2016) .
2
Kasım 1917’de Britanya’daki Lloyd George Kabinesi’nin Dışişleri Bakanı Arthur
James Balfour’un, Britanya parlamentosunun Yahudi asıllı üyesi Lord Walter
Rothschild'e yazdığı kısa mektupta şöyle deniyordu: “Majestelerinin hükümeti adına size bildirmekten mutluluk duyarım ki,
Yahudi Siyonist emellere sempatiyi belirten ekteki deklarasyon kabineye
sunulmuş ve kabul edilmiştir. Majestelerinin Hükümeti, Filistin'de Yahudiler
için bir milli yurt kurulmasını uygun görmekte olup bu hedefin
gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden gelenin en iyisini yapacaktır.
Şurası açıkça anlaşılmalıdır ki, Filistin'deki Yahudi olmayan toplumların sivil
ve dini haklarına ve Yahudilerin diğer ülkelerde sahip oldukları hak ve politik
statülerine halel getirebilecek hiç bir şey yapılmayacaktır. Bu deklarasyonu,
Siyonist organizasyonun bilgisine sunarsanız müteşekkir olurum.”
Dikkat
edileceği gibi resmi adıyla ‘Deklarasyon’da kullanılan dil zaman içinde
herkesin kendi arzularına göre yorumlamasına olanak verecek kadar muğlaktı.
Örneğin ‘Filistin Yahudilerin milli yurdudur’ denmiyordu, bunun yerine
‘Filistin’de Yahudilere bir yurt’ kurulmasından söz ediliyordu. Bunu Yahudiler
Filistin’de bir ‘devlet kurmak’ olarak okuyacaklardı. Bunu telafi etmek için,
Yahudi olmayan topluluklardan söz ediliyordu ama Filistinlilerin adı
anılmıyordu. Yahudi olmayan toplulukların gözetilecek hakları ‘vatandaşlık
hakları’ ve ‘dini haklar’ olarak tarif edilirken, Yahudilerin hakları ‘politik
statü’ gibi daha farklı bir terimle tarif ediliyordu. Bu beyanı yapan
Britanya’nın Filistinle ne tarihte, ne o dönemde hiçbir ilişkisi yoktu.
Hakkında beyanda bulunulan Filistin, hukuken ve fiilen Osmanlı toprağıydı.
Balfour Lord Rothchild’den mektubu Siyonist Organizasyona iletmesini rica
etmişti ama Siyonist Organizasyon kimleri temsil ediyordu belli değildi.
Kısacası mektup İngiliz diplomatik zekasının mümtaz bir örneğiydi. (Friedman)
Artık
İsrail, İslâm dünyasının içine sokulacak, Araplar devletler halinde sömürüye
açık hale getirilecekti. Bu amaca ulaşmak için önce Osmanlı Devleti
parçalanmalı, hilâfetin birleştirici gücü ortadan kaldırılmalıydı. Bu fikir,
Ortadoğu’dan pay kapmak isteyen Avrupa, Amerika ve Rusya tarafından kabul
gördüğünü tarihi gelişmeler çerçevesinde görmekteyiz.
Osmanlı
Devleti girmiş olduğu savaşlarda yenilerek (Rusya 93 Harbi- Yunanistan isyanı
1897- Makedonya isyanı 1902- İtalya Libya 1911 – “2. Balkan savaşı Sırbistan,
Bulgaristan, Yunanistan, Karabağ ve Romanya”) insan, para ve silah kaynaklarını
tükettiğinden, Osmanlı Avrupa, Amerika ve Rusya gibi devletler tarafından hasta
adam olarak görüldü. Bu bağlamda son darbeyi indirmek için Dünyanın en büyük
donanmasını 700 bin asker eşliğinde Çanakkale’ye gönderdiler. Bu kez
Çanakkale’de Milletin yürekli çocukları Çanakkale’de birlik ve beraberliği
resmeden büyük bir şehit haritası oluşturdular. Musul'dan, Derbent ’ten,
Ohri'den, Trablus'tan, Gümülcine'den, Prizren'den, Halep'ten, Rakka'dan,
Şam'dan, Yemen’den, Basra’dan, Filistin’den gelen “ümmetin askerleri” bir büyük
zafer kazanarak (Yazıcı, 2010) Osmanlının gücünü
bir kez daha tüm Dünyaya göstermesini bildiler.
Ancak,
diğer cephelerde Osmanlı Devletinin kısmen yenilmesi ve 1. Dünya Savaşı’nda ortağıyla
beraber yenilmesi sonucunda İstanbul işgal edildi. Halife yurt dışına
çıkarıldı.
Yeni
kurulan Türkiye Cumhuriyeti bir süre sonra da hilafeti kaldırdı (Turan, 2004) . Böylece İngiltere,
projesinin en önemli sonucuna ulaştı: Artık “İslâm Halifesi” yoktu ve
Müslümanlar bu birleştirici güçten mahrum bırakılmıştı. Yılların rüyası
(Filistin’de Yahudi Devleti kurma) artık gerçekleştirilebilirdi.
İngiliz
Hükümeti ile hükümetin içinde ve dışında yer alan Yahudi önderler, Sir Herry
Finch adlı bir avukata Callin of the Jews isimli bir kitap yazdırdılar (Kurağ,
2014). Takip eden yıllarda ise yoğun bir Yahudi propagandası başladı: Dünya
ticaretinin büyük bir bölümünü kontrollerinde tutan, bu amaçla kâğıt para, faiz
sistemi ve kredi sistemi oluşturan Yahudiler, “mağdur-mazlum” olarak
gösteriliyor, her şey kullanılarak kamuoyu oluşturuluyordu.
Kimi
zengin Yahudi finansörlüğünde Yahudi göçü teşvik ediliyordu. Bir yandan
kitaplar yazılıyor, Filistin’in ziraata ne kadar elverişli olduğu
vurgulanıyordu.
Bu
arada İngiltere Hükümeti, Filistin’e göçecek her Yahudi’nin İngiliz
konsolosluklarının himayesinde olacağını açıklamış, can ve mal emniyeti
konusunda garanti vermişti. Buna rağmen Yahudiler Filistin’e göç etmekte pek
istekli davranmıyorlardı (Lewis, 2006) . Bu esnada Rusya ve
Romanya’da Yahudilere karşı çok sert davrandıklarından dolayı 1878’de Rusya’da
Yahudi öğrenciler cemiyetler oluşturdu.
Hayfa yakınlarında Mihfeh İsrael adında ziraat okulu kuruldu.
1881
yılında Çar ikinci Alexandre öldürüldükten sonra Yahudiler faaliyetlerini
arttırarak Filistin’de koloniler kurmaya başladılar. İlk Yahudi milli kongresi
1884’de Leon Pinsher başkanlığında toplandı. 1891’de de Yahudi lisanının
kaybolmaması için Elleze Ben Yehude tarafından İbranice lügati neşredildi. 1897’de
Dünya Siyonist Teşkilatı kuruldu ve bu tarihten sonra Yahudi devletini kurma
hayali gerçekleştirilmeye başlandı. Bu amaçla kongrelerin toplandığını ve önemli
kararların alındığını görmekteyiz (Lewis, 2006) .
Siyonistlerin
bu çalışmalarını yakından takip eden Sultan İkinci Abdülhamid Han, tahta
çıkınca ilk olarak Filistin’in bütün topraklarının Osmanlı Hanedanının mülkü
haline getirdi. Bu şekilde Filistin’de toprak satışı kesin olarak önlenmiş
oldu. Siyonizm teşkilatının lideri Dr. Theodor Herzl, Babıâliye mektuplar yazdı
ve İngiltere’nin aracılığı ile Sultan Abdülhamid ile görüştü. Toprak satın alma
talepleri Sultan tarafından kesin bir dille kabul edilmedi. İttihat ve
Terakki’nin azınlıklarında toprak satın alabileceğine dair kanunlar
çıkartmasıyla beraber Yahudiler geniş topraklar satın aldı ve Sultan Abdülhamid
Han’ın şahsi toprakları Yahudi göçmenlere satıldı. Birinci Dünya Savaşı’nın
nihai hedefi Osmanlı Devletini yıkmak ve Filistin’de Yahudi Devletinin
kurulmasıydı. Bu amaçla 1916’da Sykes Picot antlaşmasının maddelerine
Filistin’de önce beynelmilel bir idare, bilahare Yahudi devleti kurulacak
maddesi eklendiği tarih sürecinde görülmektedir (Kolektif, 2016) .
İngilizler,
Suriye ve Filistin’i işgal için hızlandılar. İngilizler, 6 Ekim 1917’de
Gazze’yi, 10 Aralık 1917’de de Kudüs’ü işgal ettiler. Türk ordusunun burada
başarısız olması Yahudilerin Belfour planını gerçekleştirmesine neden oldu.
Belfour planı ile Filistin’e Yahudi göçü teşvik edildi, Yahudilerin toprak
satın almaları sağlandı, Yahudilerin kültür teşkilatı adında topluluklar
kurulması sağlandı. 1922’de de Cemiyeti Akvam bu kararı tasdik etti. (Balfour Deklarasyonu, 2016) .
İngilizlerin
emperyal planlarını Sultan Abdülhamid Han, 33 senelik saltanatında engel
olabildi. 1919’da Filistin’de Arapların nüfusu Yahudilerin nüfusunun 16 misline
ulaştı. 1932 yılından sonra Hitler’in iktidara gelmesi ve Yahudilere karşı
politika izlemesi nedeniyle Filistin’e göçler hızlıca arttı. 1947 yılında ise
Yahudilerin sayısı Müslümanların sayısı ile eşit hale gelmiştir.
İkinci
Dünya Savaşı sırasında Nazilerin 6 milyon Yahudi’yi soykırıma uğratmasından
sonra Avrupa’nın Yahudiler için hiç de güvenli bir yer olmadığı iyice ortaya
çıkınca, o ana kadar katı mülteci politikalarıyla Holocaust’a dolaylı yoldan
katkıda bulunan ABD Başkanı Harry Truman, Batı’nın diyetini, Müslüman Arapların
ödemesi için ilk adımı attı ve Filistin’e Yahudi göçüne ciddi kotalar koyan
Britanya’dan 250 bin Yahudi'nin ‘derhal’ Filistin'e girmesine izin verilmesini
ve göç limitlerinin kaldırılmasını talep etti. Bu baskı üzerine herkese mavi
boncuk dağıtarak oluşturduğu kördüğümü çözemeyen Britanya konuyu 1947’de
Birleşmiş Milletler’e (BM) götürmek zorunda kaldı. (Hur, Radikal 2012)
O
tarihlerde Filistin’de yaklaşık 1 milyon 200 bin Arap ve 600 bin Yahudi
yaşıyordu. Ancak paylaşılacak coğrafya çok küçüktü ve taraflar birbirlerinden
nefret ediyorlardı. Sonunda Filistin'i parça parça da olsa aşağı yukarı eşit
iki parçaya bölen bir plan BM Özel Siyasi İşler Komitesi'ne sunuldu. Yüzölçümü
bakımından bakıldığında plan Araplar için 1936’da Peel Komisyonu’nun önerisinden
kötüydü. Ancak nüfus kombinasyonu bakımından da Yahudilerin aleyhine durum
vardı. Çünkü Yahudi devletinde 498 bin Yahudi’ye karşılık 407 bin Arap
yaşayacaktı. Filistin devletinde ise 725 bin Araba karşılık sadece 10 bin
Yahudi yaşayacaktı. Nüfusun geri kalan kısmı ise BM denetimindeki Kudüs
bölgesinde kalacaktı. Kudüs’ten vazgeçmek ise Yahudiler için de Araplar için de
çok zordu.
Araplar
duruma şiddetle itiraz ettiler ama Yahudi tarafı planı kabul etmeye karar
verdi. 29 Kasım 1947 günü BM Genel Kurulu’nda 13 ret, 33 kabul (10 üye yoktu)
oyuyla aldığı 181 (II) nolu kararla Filistin, Arap ve İsrail devletleri
arasında bölündü. Karara göre azınlıklar korunacak, Filistinlilerin ekonomik
gelişmesi için adımlar atılacak, Kudüs’e uluslar arası özel bir statü verilecekti.
Yine karara göre, her iki devlet daha önce Filistin’in taraf olduğu tüm
uluslararası anlaşmalar ve konvansiyonlara bağlı olacaktı. Böylece Balfour
Deklarasyonu bir kez daha teyid edilmiş oluyordu.
Filistin
topraklarında 14 Mayıs 1948 tarihinde 69 yıl önce kurulan İsrail (SCHAMA, 2016) , o günden beri bölgede
sürdürdüğü şiddet ve işlediği katliam suçlarıyla ön planda oldu. Defalarca
komşularıyla savaşa girişen ve hala da Filistin`i işgal altında tutan İsrail’in,
kurulduğu günden beri geçirdiği evreler, gelecekte meydana gelebilecek
gelişmeler için bir ipucu niteliğinde. BM çoğu kararlarına uymayan İsrail kaçak
yapılaşma ve yeni yerleşim alanları açma politikasını günümüzde devam
ettirmektedir.
69
yıllık İsrail tarihinde yaşananlar Batının istedikleri midir? Yoksa Batıya
rağmen İsrail’in uygulamaları mıdır? Batı, coğrafyaya yıkım, gözyaşı ve kan
getiren İsrail’in yıllardır uyguladığı bu politikalar karşısındaki tavrının
yetersizliğini nasıl anlamalıyız? İsrail devletinin kurulması Batının bir
projesi midir? Buna cevap için İsrail’in yıllara bulaşan uygulamalarına satır
başı bakalım;
Tablo 1: İsrail’in Yıllara göre uygulamaları
1947 – 29 Aralık: BM, Filistin
topraklarını parçalayarak bir Yahudi bir de Arap devleti kurulması planını
kabul etti. BM planına göre Kudüs, uluslararası yönetim tarafından
yönetilecekti.
|
1948 – 14 Mayıs: Filistin`deki İşgalci
İngiliz manda yönetiminin sona ermesi üzerine buraya göç ettirilerek kalıcı
olarak yerleştirilen Yahudiler, İsrail adını verdikleri bir devleti
kurduklarını ilan ettiler. Araplar Filistin topraklarının parçalanması
planını kabul etmediler ve bir gün sonra da Arap-İsrail savaşı başladı. Savaş
1949`da sona erdi.
|
1956 – Ekim: Mısır`ın Süveyş kanalını
millileştirmesinden 3 ay sonra ikinci Arap-İsrail savaşı başladı. Yılın
sonuna doğru İsrail, Sina`yı boşaltmaya başladı ve 1949 sınırlarına döndü.
|
1967 – 5 Haziran: 3. Arap-İsrail
savaşı patlak verdi. `6 gün savaşları` olarak bilinen savaşta İsrail, Sina,
Gazze Şeridi, Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Golan Tepeleri`ni işgal etti.
|
1973 – 6 Ekim: Yahudiliğin en kutsal
günü olan Kefaret Günü`nde 4. Arap-İsrail savaşı başladı.
|
1977 – 19 Kasım: Mısır Cumhurbaşkanı
Enver Sedat, İsrail`i ziyaret eden ilk Arap lider oldu. Sedat, İsrail
Parlamentosu`nda yaptığı konuşmada `derhal kalıcı barış` çağrısında bulundu.
|
1979 – 26 Mayıs: Camp David
anlaşmasından 6 ay sonra İsrail ve Mısır barış anlaşması imzaladı. Anlaşmaya
Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat ve İsrail Başbakanı Menachem Begin imza
koydu.
|
1980 – 30 Temmuz: İsrail Parlamentosu,
Kudüs`ü ilelebet başkent olarak ilan etti.
|
1981 – 14 Aralık: `6 gün savaşları`nda
Golan Tepeleri`ni Suriye`den alan İsrail 14 yıl sonra burayı ilhak ettiğini
bildirdi. İsrail`in bu kararı uluslararası toplum tarafından kabul edilmedi.
|
1982 – 25 Nisan: İsrail, Sina
yarımadasını Mısır`a geri verdi.
|
6 Haziran: İsrail ordusu, Lübnan`a
girdi. İsrail ordusu başkent Beyrut`ta bulunan Filistin Kurtuluş Örgütü
lideri Yaser Arafat`ın karargâhını 88 gün süreyle kuşattı. Arafat ve örgütü
Tunus`a taşınmak zorunda kaldı.
|
1987 – 9 Aralık: İşgal topraklarında Filistinlilerin
ilk intifadası başladı.
|
1993 – 13 Eylül: Oslo`da 6 ay süren
gizli pazarlıklar sonucu İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)
Washington`da anlaşmaya vardılar. Anlaşma gereğince İsrail, 5 yıl içinde
kurulacak olan geçici Filistin Özerk Yönetimi`ni tanıyacaktı. İsrail
Başbakanı Yitzak Rabin ve Filistin lideri Yaser Arafat el sıkıştılar.
|
1995 – 28 Eylül: İsrail ve FKÖ
Washington`da ikinci kez anlaşma imzaladılar. Buna göre Filistin Özerk
Yönetimi Batı Şeria`nın bir bölümünü de kapsayacaktı.
|
4 Kasım: Yitzak Rabin, fanatik bir Yahudi
tarafından öldürüldü.
|
1998 – 23 Ekim: ABD`nin inisiyatifi
sonucu İsrail`in Batı Şeria`dan 3 safhada kısmen çekilmesi kararı alındı.
|
2000 – 24 Mayıs: İsrail Güney Lübnan`daki 22
yıllık işgaline son verdi.
|
28 Eylül: Muhalefet lideri Ariel Şaron`un
Müslümanların en kutsal mekanlarından Mescid-i Aksa`nın da içinde yer aldığı
Harem`üş Şerif`e girmesi sonucu Filistinlilerin 2. İntifada`sı başladı.
|
2001 – 6 Şubat: Şaron Başbakan olarak
seçildi.
|
3 Aralık: Gazze`yi kuşatan İsrail
ordusu, Yaser Arafat`ın karargâhını yerle bir etti. Arafat, Ramallah`taki
karargâhına hapsedildi.
|
2002 – 16 Haziran: İsrail güvenlik
gerekçesiyle Batı Şeria ile arasında duvar örmeye başladı.
|
2003 – 25 Mayıs: İsrail `Yol Haritası`
adı verilen uluslararası barış planını kabul ettiğini bildirdi. Yol
Haritası`na göre 2005`e kadar Filistin devleti kurulmuş olacaktı.
|
2004 – 26 Ekim: İsrail Parlamentosu,
İsrail`in Gazze`den çekilmesi planını kabul etti.
|
11 Kasım: Filistin direniş lideri
Arafat Paris`teki askeri hastanede hayata veda etti.
|
2005 – 8 Şubat: Şaron ve Mahmud Abbas
Mısır`da bir araya gelerek ateşkes anlaşması imzaladılar.
|
12 Eylül: Gazze Şeridi`ndeki 38 yıllık
İsrail işgali son buldu.
|
21 Aralık: Ariel Şaron Likud partisinden
ayrılarak Kadima partisini kurdu.
|
2006 – 4 Ocak: Kasap lakaplı Ariel
Şaron beyin kanaması geçirerek komaya girdi. Ehud Olmert, Başbakan Şaron`un
tüm yetkilerini üstlendi.
|
25 Ocak: Hamas, Filistin seçimlerini
kazandı.
|
9 Mart: Ehud Olmert, 4 yıl içinde
İsrail`in kalıcı sınırlarının belirleneceğini bildirdi.
|
Kaynak:
Yazar tarafından çeşitli gazetelerden derlenmiştir.
İsrail’in
günümüze getirdiği güvenlikçi politikalar, dünyadan kopuk ve dünyayı,
uluslararası anlaşmaları hiçe sayan politik uygulamaları devam etmektedir. Batı
ve İslam coğrafyası İsrail’in tekçil politikalarını engelleyememektedirler.
3-SONUÇ:
Ana
topraklarından ayrılmış, göç yaşamında varlığını sürdürmesi tehlikeye girmiş
toplumların hemen hepsinde anayurda, eski topraklara dönüş hareketi
gözlenmektedir. Yahudiler, Çerkezler, Filistinliler gibi. Makalemin konusunu
Yahudiler ve İsrail Devleti oluşturduğundan diğer muhacir halklar konumun
elbette kapsamı dışındadırlar. Buradan
hareketle İsrail Devletinin bir Batı Projesi olup olmadığı sorusunu devlet
kurma isteği bağlamında ele alma imkânı bulunmaktadır.
Yahudilerin
Dönüş hareketlerinde Batı ne derece yer almaktadır? Bu itibarla konu bağlamında
kalmak üzere ileri sürdüğüm hipotezlerin ilkinde 19. Yüzyılın sonlarında Yahudiler kitlesel olarak Doğu Avrupa
ülkelerinden Batı Avrupa'ya ve Amerika'ya göç etmeleri ile o ülkelerde oluşan
anti-Semitizmin sonucu Yahudiler arasında Siyonizm ve Filistin'e dönüş
düşüncesinin Yahudi diasporası tarafından canlı tutulması, ikincisinde; Yahudi şeriatının Yahudiler üzerindeki
motivasyonu, üçüncüsünde; Nazi
Almanya’sı tarafından Yahudilere karşı yapılan genosit nedeniyle Batının
Yahudilere yurt edindirme çabaları ve dördüncüsünde sanayi devrimi sonrası Ortadoğu’da keşfedilen zengin yeraltı
kaynaklarına sanayinin döngüsü (devamı) adına hâkim olma isteği şeklindeki hipotezlere
çalışmamın 2.bölümünde bir tarihi kronoloji takip ederek bu konuda yazılmış
kaynakları da göz önüne bulundurarak cevap aramaya çalıştım.
Her
ne kadar İsrail devleti bir Batı projesi sonucuna ulaşılsa da bu projenin
dünyaya mülteci olarak dağılmış diğer toplumlarda belli bir başarısına rast
gelemediğimizden tek başına İsrail Devletinin kurulmasının “batının projesidir”
olduğu sonucuna varmak yeterli olmayacağı kanaatini taşımaktayım. İleri sürülen
tüm hipotezler kendi içerinde birbirlerine geçişken olduğunu söylemeliyim.
Birbirine geçmiş bu dairelerin kesişme kümesi İsrail Devletidir.
Tüm
hipotezlerden tarih seyrinde azami derece pozitif yönlerinden istifade etmek
suretiyle Ortadoğu’da; Yahudi şeriatı motivasyonuna uygun, Nazi Almanya’sının
mağduriyet psikolojisini öncelemiş, Rusya ve ABD deki Yahudilere yurt bulma ve
onları ülkelerinden boşaltma çabaları, 19. ve 20. Yy. sanayisinin temel girdisi
olan petrol gibi zengin kaynaklar üzerinden yerleşik topluma baskı kurmadaki
düşüncelere devlet kurarak cevap vermiş olarak karşımızda bu devlet varlığını
korumaktadır. Tüm hipotezler İsrail Devletinin kurulma sebebidir.
Sadece
Batının projesidir demek Yahudi Diasporasını ve onun tarihsel birikimi ve
deneyimini yok saymak demektir. Bilinmelidir ki Yahudiler her bulundukları
ülkelerde ticari, siyasi, kültürel, medya gibi alanlarda en üst seviyelerde
bulunmuşlardır. Etkin lobi güçleri ile her zeminde Yahudi ırkının menfaatlerini
en –haklı/haksız-üst manada korumayı bilmişlerdir.
İsrail
Devleti kurulduğundan günümüze 69 yıllık tarihinden kendi ajandasının dışında
hiçbir girişime, karara ve hatta uluslararası örgütlerin kimi baskı kararlarına
riayet etmemiştir. Tümüyle ret etmiş ya da zamana yayarak dünya kamuoyunun
ilgisinden kaçırmaya çalışmıştır.
Yaptığı
katliamlar karşısında takındığı tutumda buna en bariz örneği vermektedir. Şayet
batının katıksız projesi olsaydı İsrail devleti kimi zamanda olsa batıyı ve
onun kararlarına kulak vermek zorunda kalırdı.
İsrail, özellikle ABD’de yuvalanan Yahudi Diasporasının
etkin lobi gücünce ortaya konan ve bu güç doğrultusunda güvenlikçi endişeyle konsolide
edilen bir devlettir. Kendi içerisinde bir bütünlüğü olmayan (farklı ırklar
tarafında oluşan Yahudi demografik yapısı, kimi zaman sınıfsal bir mücadeleye
girmektedir) halkının dışarıya karşı birlik içinde olmalarını sağlayan temel
çıkarım/güdü ise güvenliktir. Dünyanın Yahudileri yok edeceği temelinde olana
yaygın paradoksal inançtır.
Kaynakça
Armaoğlu, F. (2016). 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1789-1914.
TİMAŞ.
Balfour Deklarasyonu. (2016, 10 17).
https://tr.wikipedia.org:
https://tr.wikipedia.org/wiki/Balfour_Deklarasyonu_(1917) adresinden alındı
Çağlayan, S. (3. Baskı - 2010). İsrail Sözlüğü.
İstanbul: İletişim. Şubat perşembe, 2017 tarihinde alındı
Friedman, I. (tarih yok). The Question of
Palestine 1914-1918,.
Kolektif. (2016). Bitmeyen Savaş Paylaşılamayan
Ortadoğu. (A. K. Yusuf Karataş, Dü.) Evrensel Basım Yayın. Şubat Salı,
2017 tarihinde alındı
Lewis, B. (2006). Ortadoğu - İki Bin Yıllık
Ortadoğu Tarihi. (S. Y.KÖLAY, Çev.) Ankara: ARKADAŞ YAYINLARI.
Münkler, H. (2009). İmparatorluklar - Eski
Roma'dan ABD'ye Dünya Egemenliğinin Mantığı. iletişim.
SCHAMA, S. (2016). İki Rothschild - İsrail
Devletinin Kuruluşu. (B. DİŞBUDAK, Çev.) Alfa, TDK Bilim.
Taymaz, P. D. (2002). 2002. Şubat Perşembe,
2017 tarihinde http://bianet.org:
http://bianet.org/biamag/toplum/13679-anayurda-donus-hareketleri adresinden
alındı
Turan, Ş. (2004). Türk Devrim Tarihi . Bilgi
yayınevi.
Yazıcı, F. (2010). Çanakkale'nin Bilinmezleri.
İstanbul: Yitik Hazine Yayınları.
Yorumlar
Yorum Gönder