İsrail Devletinin Kurulması Bir Batı Projesi midir?

İSRAİL DEVLETİNİN KURULMASI BİR BATI PROJESİ MİDİR?


Süleyman HACICAFEROĞLU

      Özet
Bu çalışmanın amacı İsrail Devletinin kurulmasında batının ne derece görev üstlendiği, İsrail Devletinin kuruluşunda tek başına etkin olup olmadığı, Batının bu noktada sistematik bir plan dahilinde eylemde bulunup bulunmadığı sorularına cevap bulmaktır. Araştırma konu ile ilgili geçmişte yapılan çalışmalar ve mevcut bilgilerin araştırılması suretiyle, literatür tarama yöntemi kullanarak yapılmıştır. Araştırmada; İsrail Devletinin kuruluşunda, siyasi ve idari davranışlarında batılı devletlerin ve onların kurduğu Uluslararası örgütlerin nasıl destek olunduğunu, kronolojik olarak İsrail devletinin Siyonizm ve öğretisi ile bölgede genişleme çabaları ortaya konularak, tüm bu genişleme çabaları karşısında Batı’nın tavrına ya da İsrail tarafından görmezden gelinen etkisiz tepkilerine de temas edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: İsrail, Batı, Siyasi, İktisadi, Filistin.

 

1. GİRİŞ

İngilizler tarafından ilk kez `Ortadoğu` diye adlandırılan bu kadim coğrafya üzerinde onlarca medeniyet kurulmuştur. Bu topraklar üzerinde barışın hâkim olduğu asırlar olduğu gibi yine savaşın da asırlarca eksik olmadığını söylemek yanıltıcı olmaz. Buna mukabil, Osmanlı dönemini huzur yılları ve/veya asırları diye tanımlayıp ayrı tutmak da mümkündür.  
Son yüzyıl huzursuzluğu, İsrail devletinin kurulması ile bağlantılı mıdır? Şayet bağlantılı ise bu savaş ve oluşan kaotik durumdan avantajlı kim/ler çıkabilir? Neden İsrail bu bölgede varlığını devlet olarak ortaya koymuştur. Şüphesiz makalemde bu sorulara cevap ararken İsrail Devletinin kurulmasında batının ne derece görev üstlendiği ile kuruluşundan günümüze İsrail Devletinin siyasi ve idari davranışlarında batılı devletlerin ve onların kurduğu Uluslararası örgütlerin nasıl destek olunduğu sorularına da cevap aranılacaktır. Kronolojik olarak İsrail devletinin Siyonizm ve öğretisi ile bölgede genişleme çabaları ortaya konulacak, tüm bu genişleme çabaları karşısında Batı’nın ikircikli tavrına ya da İsrail tarafından görmezden gelinen etkisiz tepkilerine de temas edilecektir.
İsrail ya da resmi adıyla İsrail Devleti Asya ve Afrika kıtalarının kesiştiği yerde Akdeniz’in doğu kıyılarında bulunan bir devlettir. Coğrafi olarak, Asya kıtasında bulunmaktadır; batısında Akdeniz, kuzeyinde Lübnan ve Suriye, doğusunda Ürdün, güneyinde ise Mısır ve Kızıldeniz ile çevrilidir. Başkenti Tel Aviv’dir. 14 Mayıs 1948 yılında kurulmuştur. Uzun ve dar bir topografyaya sahip olan İsrail, 470 km uzunluğunda olup, en geniş bölgesi yaklaşık 135 km’dir. Sınırları ve ateşkes hatları içerisinde kalan toplam yüzölçümü 27.817 km²’dir. İsrail yaklaşık olarak 8.059.000 milyonluk nüfusuyla (2013), çeşitli din, kültür ve sosyal geleneklere sahip insanları bir araya getirmiştir. Para birimi Yeni İsrail Şekeli’dir (Çağlayan, 3. Baskı - 2010).

2. Yöntem

Araştırma konu ile ilgili geçmişte yapılan çalışmalar ve mevcut bilgilerin araştırılması suretiyle, literatür tarama yöntemi kullanarak yapılmıştır. Literatür taraması, veri toplama ve toplanan verinin öneminin tartışılması, toplanan verilerin problemle ilişkisinin kurulması ve bilginin sınıflandırılması aşamalarından oluşan bir süreçtir (Balcı, 2001, 63). Var olan kaynak ve belgeleri inceleyerek veri toplanarak yapılan literatür taraması, araştırma probleminin seçilerek anlaşılmasına ve araştırmanın tarihsel bir perspektife oturtulmasına yardımcı olur (Karasar, 1994, 183).
3. Tartışma
Anayurdundan ayrılmış, muhaceret yaşamında varlığını sürdürmesi tehlikeye girmiş toplumların hemen hepsinde anayurda dönüş hareketi gözlenmektedir. Buradan hareketle İsrail Devletinin batı projesi olup olmadığı sorusunu bu bağlamda ele alma imkânı bulunmaktadır.
Yahudilerin Dönüş hareketlerinde ve İsrail Devletinin kurulmasında Batı ne derece yer almaktadır? Bu itibarla konu bağlamında kalmak üzere şu dört hipotezi ileri sürebilirim;
1) 19. Yüzyılın sonlarında Yahudiler kitlesel olarak Doğu Avrupa ülkelerinden Batı Avrupa'ya ve Amerika'ya göç etmeleri ile o ülkelerde oluşan anti-Semitizmin sonucu Yahudiler arasında Siyonizm ve Filistin'e dönüş düşüncesinin Yahudi diasporası tarafından canlı tutulması,
2) Yahudi şeriatının Yahudiler üzerindeki motivasyonu,
3) Nazi Almanya’sı tarafından Yahudilere karşı yapılan genosit nedeniyle Batının Yahudilere yurt edindirme çabaları,
4) Sanayi devrimi sonrası Ortadoğu’da keşfedilen zengin yeraltı kaynaklarına sanayinin döngüsü adına hâkim olma isteği şeklinde ifade edebiliriz.
İsrail Devletinin batı projesi olup olmadığını düşündüren dört hipotezden ilki olan; 19. Yüzyılın sonlarında Yahudiler kitlesel olarak Doğu Avrupa ülkelerinden Batı Avrupa'ya ve Amerika'ya göç etmeleri ile o ülkelerde oluşan anti-Semitizmin sonucu Yahudiler arasında Siyonizm ve Filistin'e dönüş düşüncesi tüm diğer hipotezlerin odak noktasını oluşturur. Esasen, Roma ve Babil saldırıları sonucu dağıtılan Yahudiler, bulundukları bölge/ülkelerde Filistin’e dönüş idealler kuşaktan kuşağa yaşatılan bir ideale dönmüştür.
Ortaçağ’da feodalitenin zayıflaması ve ticarette yerel çoğulculuğun artması nedeniyle Yahudi tüccarlar güç kaybetmiştir. Ortaçağ'da Yahudiler Batı Avrupa'da toplumların tüm sınıfları ile çatışma halindeydi. Yerel tüccarlar ve gelişen yeni burjuvazi, Yahudiler ile ticari ilişkileri kontrol altına alma mücadelesi veriyordu. Bunun sonucunda batı Avrupa’da Yahudiler güç kaybetmiş ve tüm haklardan istifade edemez hale gelmişlerdir. Yahudilerin Batı Avrupa ülkelerinde baskı altındaki konumları, yerel burjuvazinin egemenliğini kabul ettirerek siyasal iktidarı ele geçirmesi ve ulus-devletlerin inşası ile sona ermeye başladı.
Ulus-devletin kurulduğu ve kapitalizmin egemenliğini sağladığı ülkelerde Yahudiler artık  "özgür yurttaş" olarak kabul ediliyordu. Bu durum özellikle zengin Yahudilerin asimilasyon sürecini hızlandırdı.
Batı Avrupa'da Ortaçağ'da yaşanan süreç, Doğu Avrupa'da 19. Yüzyılın sonlarında yaşanmaya başlandı. Doğu Avrupa ülkelerinde küçük üretici ve serbest meslek sahibi Yahudilerin oranı nispeten daha yüksekti, fakat bu ülkelerde feodalizmden kapitalizme geçiş, beraberinde Batı Avrupa'dakine benzer şekilde Yahudi katliamlarını (pogromları) da getirdi. Bu nedenle, 19. Yüzyılın sonlarında Yahudiler kitlesel olarak Doğu Avrupa ülkelerinden Batı Avrupa’ya ve Amerika'ya göç etmeye başladılar. Yahudilerin Batı Avrupa'ya kitlesel göçü, bu ülkelerde anti-Semitizmin, genç milliyetçi ideoloji ile pekiştirilmiş bir şekilde tekrar canlanmasına yol açtı (Taymaz, 2002).
Siyonizmin gelişiminde şüphesiz en önemli isim Theodore Herzl 'dir. Herzl, 1896 yılında yayınladığı Yahudi Devleti isimli kitabıyla Siyonizmin temellerini oluşturmuştur. Herzl'e göre; siyasal hakların tam olarak tanınması asimilasyona yol açmaktadır. Fakat Yahudilerin yaşadığı her ülkede, Yahudi-karşıtlığı (anti-Semitizm) geliştiği için siyasal hakların tam olarak tanınması da söz konusu değildir. Herzl'e göre " Yahudi sorunu" toplumsal veya dini bir sorun değil, ulusal bir sorundur ve bu nedenle Yahudilerin kendilerini koruması ve varlığını sürdürmesinin tek yolu kendi devletini kurmaktır. Yahudilerin kitlesel ölçekte Filisten'den sürgün edilerek dağılması ve Orta Doğu ülkelerinde başlamak üzere bir Yahudi diasporasının oluşmasında Babil Sürgünü ve Kudüs'ün yıkılması önemli bir rol oynamıştır (Taymaz, 2002).
1897'de Basel'de toplanan Birinci Siyonist Kongresi, merkezi örgütlenme yolunda önemli bir adımdı. Bu kongrede kabul edilen Basel Programı'nda hareketin amaçları şöyle özetleniyordu: "Siyonizm, Yahudi halkı için Filistin'de resmen ve kanunen garanti edilmiş bir yurdun yaratılmasına çalışmaktadır”. Bu kongre ile domino taşları yerinden oynatılmıştır (Taymaz, 2002). İngilizler de her dönemde, Yahudilerce kurulacak bir devleti desteklemişlerdir. 17 Ağustos 1903'de İngilizler Herzl'e Filistin'e yerleşilmesi önerisi 6. Kongre'de kesin olarak kabul edildi (Özcan, 2016).
Bu bağlamda Diasporanın başarmış olduğunu, İsrail Devletini kuracak eylem bütünlüğünü ve gerek Yahudiler nezdinde gerekse güçlü ülkeler nezdinde bu görüşlerini kabul ettirmişlerdir.
Giriş bölümünde kadim coğrafyaya temas etmişken ve huzur asırları olarak Osmanlı yönetimini zikretmişken 18. Yy. ve sonrası gelişmelere bölge açısından temas etmek yararlı olacaktır.
        Sanayi devrimi ile kıta Avrupa’sının periferisinde bulunan Britanya, İmparatorluk serüvenine başlamış ve topraklarında üretilen malları yeni pazarlara açılmasını sağlamak üzere emperyal girişimlerini hızlandırmıştı (Münkler, 2009). 1800’lerde, Britanya İmparatorluğu (İngiltere olarak belirtilecektir)  öncülüğünde, emperyal amaçlarına hizmet edecek uzun soluklu bir “sömürü plânı” hazırladı. Bu plânın odağında, Osmanlı Devleti yönetiminde yaşayan etnik unsurları kışkırtmak, İslâm dünyasını etkilemek ve böylelikle Osmanlı Devleti’ni parçalamaktı.
       Osmanlıların elinden Hilafet gücünün alınması dünya üzerindeki tüm Müslümanları halifenin etki ve gücünün dışında bırakacağından elbette halifeliğin kaldırılması planların arasında yapılacakların ilkiydi. Müslümanlar, Hilafet otoritesi ve birliğinden mahrum edilmek suretiyle, dağılmaya mahkûm edilmeliydi. Elbette kendi ürettiği sanayi malları için yeni pazarlara kavuşacak ve İslâm dünyasının elindeki zengin kaynakları da bölüşülecekti. Özellikle Ortadoğu’daki petrol yatakları yağmalanacaktı (Armaoğlu, 2016).
Peki, ama nasıl? Batının bölgedeki karakolu kim olacaktı? Batı, coğrafyada üstlenmesini nasıl yapacak ve gerek mal satımını ve gerekse sanayisinin hammaddesi olan petrol kaynaklarını nasıl kontrol altına tutacaktı? Bunun için bölgede Müslüman yapay devletleri kurmak yeterli olabilir miydi? Elbette bu sorunun cevabı hayırdı. Müslümanlar inanç akideleri gereği “hürriyeti” vazgeçilmez buluyordu. Manda ve benzeri yönetim şekilleri ile onları topraklarına uzun bir süre hapsetmek mümkün olmayabilirdi.
Emperyal sebepler ve zengin kaynaklara tam hâkimiyeti içeren bu proje, Ortadoğu’da bir “taşeron devlet” kurulmasını zaruri kılıyordu. “İsrail Devleti” fikri kanaatimce böyle doğdu ve İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Belfour tarafından 1917’de açığa vuruldu: “Haşmetli İngiliz Kraliyet Hükümeti, Filistin’de Yahudi halkı için milli bir devlet kurulmasını memnuniyetle karşılıyor. Bu gayeye ulaşmayı kolaylaştırmak için en değerli mesailerini harcayacaktır” denilmesi en belirgin ispatıdır (Balfour Deklarasyonu, 2016).
2 Kasım 1917’de Britanya’daki Lloyd George Kabinesi’nin Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour’un, Britanya parlamentosunun Yahudi asıllı üyesi Lord Walter Rothschild'e yazdığı kısa mektupta şöyle deniyordu: “Majestelerinin hükümeti adına size bildirmekten mutluluk duyarım ki, Yahudi Siyonist emellere sempatiyi belirten ekteki deklarasyon kabineye sunulmuş ve kabul edilmiştir. Majestelerinin Hükümeti, Filistin'de Yahudiler için bir milli yurt kurulmasını uygun görmekte olup bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden gelenin en iyisini yapacaktır. Şurası açıkça anlaşılmalıdır ki, Filistin'deki Yahudi olmayan toplumların sivil ve dini haklarına ve Yahudilerin diğer ülkelerde sahip oldukları hak ve politik statülerine halel getirebilecek hiç bir şey yapılmayacaktır. Bu deklarasyonu, Siyonist organizasyonun bilgisine sunarsanız müteşekkir olurum.”
Dikkat edileceği gibi resmi adıyla ‘Deklarasyon’da kullanılan dil zaman içinde herkesin kendi arzularına göre yorumlamasına olanak verecek kadar muğlaktı. Örneğin ‘Filistin Yahudilerin milli yurdudur’ denmiyordu, bunun yerine ‘Filistin’de Yahudilere bir yurt’ kurulmasından söz ediliyordu. Bunu Yahudiler Filistin’de bir ‘devlet kurmak’ olarak okuyacaklardı. Bunu telafi etmek için, Yahudi olmayan topluluklardan söz ediliyordu ama Filistinlilerin adı anılmıyordu. Yahudi olmayan toplulukların gözetilecek hakları ‘vatandaşlık hakları’ ve ‘dini haklar’ olarak tarif edilirken, Yahudilerin hakları ‘politik statü’ gibi daha farklı bir terimle tarif ediliyordu. Bu beyanı yapan Britanya’nın Filistinle ne tarihte, ne o dönemde hiçbir ilişkisi yoktu. Hakkında beyanda bulunulan Filistin, hukuken ve fiilen Osmanlı toprağıydı. Balfour Lord Rothchild’den mektubu Siyonist Organizasyona iletmesini rica etmişti ama Siyonist Organizasyon kimleri temsil ediyordu belli değildi. Kısacası mektup İngiliz diplomatik zekasının mümtaz bir örneğiydi. (Friedman)
Artık İsrail, İslâm dünyasının içine sokulacak, Araplar devletler halinde sömürüye açık hale getirilecekti. Bu amaca ulaşmak için önce Osmanlı Devleti parçalanmalı, hilâfetin birleştirici gücü ortadan kaldırılmalıydı. Bu fikir, Ortadoğu’dan pay kapmak isteyen Avrupa, Amerika ve Rusya tarafından kabul gördüğünü tarihi gelişmeler çerçevesinde görmekteyiz.
Osmanlı Devleti girmiş olduğu savaşlarda yenilerek (Rusya 93 Harbi- Yunanistan isyanı 1897- Makedonya isyanı 1902- İtalya Libya 1911 – “2. Balkan savaşı Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan, Karabağ ve Romanya”) insan, para ve silah kaynaklarını tükettiğinden, Osmanlı Avrupa, Amerika ve Rusya gibi devletler tarafından hasta adam olarak görüldü. Bu bağlamda son darbeyi indirmek için Dünyanın en büyük donanmasını 700 bin asker eşliğinde Çanakkale’ye gönderdiler. Bu kez Çanakkale’de Milletin yürekli çocukları Çanakkale’de birlik ve beraberliği resmeden büyük bir şehit haritası oluşturdular. Musul'dan, Derbent ’ten, Ohri'den, Trablus'tan, Gümülcine'den, Prizren'den, Halep'ten, Rakka'dan, Şam'dan, Yemen’den, Basra’dan, Filistin’den gelen “ümmetin askerleri” bir büyük zafer kazanarak (Yazıcı, 2010) Osmanlının gücünü bir kez daha tüm Dünyaya göstermesini bildiler.
Ancak, diğer cephelerde Osmanlı Devletinin kısmen yenilmesi ve 1. Dünya Savaşı’nda ortağıyla beraber yenilmesi sonucunda İstanbul işgal edildi. Halife yurt dışına çıkarıldı.
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti bir süre sonra da hilafeti kaldırdı (Turan, 2004). Böylece İngiltere, projesinin en önemli sonucuna ulaştı: Artık “İslâm Halifesi” yoktu ve Müslümanlar bu birleştirici güçten mahrum bırakılmıştı. Yılların rüyası (Filistin’de Yahudi Devleti kurma) artık gerçekleştirilebilirdi.
İngiliz Hükümeti ile hükümetin içinde ve dışında yer alan Yahudi önderler, Sir Herry Finch adlı bir avukata Callin of the Jews isimli bir kitap yazdırdılar (Kurağ, 2014). Takip eden yıllarda ise yoğun bir Yahudi propagandası başladı: Dünya ticaretinin büyük bir bölümünü kontrollerinde tutan, bu amaçla kâğıt para, faiz sistemi ve kredi sistemi oluşturan Yahudiler, “mağdur-mazlum” olarak gösteriliyor, her şey kullanılarak kamuoyu oluşturuluyordu.
Kimi zengin Yahudi finansörlüğünde Yahudi göçü teşvik ediliyordu. Bir yandan kitaplar yazılıyor, Filistin’in ziraata ne kadar elverişli olduğu vurgulanıyordu.
Bu arada İngiltere Hükümeti, Filistin’e göçecek her Yahudi’nin İngiliz konsolosluklarının himayesinde olacağını açıklamış, can ve mal emniyeti konusunda garanti vermişti. Buna rağmen Yahudiler Filistin’e göç etmekte pek istekli davranmıyorlardı (Lewis, 2006). Bu esnada Rusya ve Romanya’da Yahudilere karşı çok sert davrandıklarından dolayı 1878’de Rusya’da Yahudi öğrenciler cemiyetler oluşturdu.  Hayfa yakınlarında Mihfeh İsrael adında ziraat okulu kuruldu.
1881 yılında Çar ikinci Alexandre öldürüldükten sonra Yahudiler faaliyetlerini arttırarak Filistin’de koloniler kurmaya başladılar. İlk Yahudi milli kongresi 1884’de Leon Pinsher başkanlığında toplandı. 1891’de de Yahudi lisanının kaybolmaması için Elleze Ben Yehude tarafından İbranice lügati neşredildi. 1897’de Dünya Siyonist Teşkilatı kuruldu ve bu tarihten sonra Yahudi devletini kurma hayali gerçekleştirilmeye başlandı. Bu amaçla kongrelerin toplandığını ve önemli kararların alındığını görmekteyiz (Lewis, 2006).
Siyonistlerin bu çalışmalarını yakından takip eden Sultan İkinci Abdülhamid Han, tahta çıkınca ilk olarak Filistin’in bütün topraklarının Osmanlı Hanedanının mülkü haline getirdi. Bu şekilde Filistin’de toprak satışı kesin olarak önlenmiş oldu. Siyonizm teşkilatının lideri Dr. Theodor Herzl, Babıâliye mektuplar yazdı ve İngiltere’nin aracılığı ile Sultan Abdülhamid ile görüştü. Toprak satın alma talepleri Sultan tarafından kesin bir dille kabul edilmedi. İttihat ve Terakki’nin azınlıklarında toprak satın alabileceğine dair kanunlar çıkartmasıyla beraber Yahudiler geniş topraklar satın aldı ve Sultan Abdülhamid Han’ın şahsi toprakları Yahudi göçmenlere satıldı. Birinci Dünya Savaşı’nın nihai hedefi Osmanlı Devletini yıkmak ve Filistin’de Yahudi Devletinin kurulmasıydı. Bu amaçla 1916’da Sykes Picot antlaşmasının maddelerine Filistin’de önce beynelmilel bir idare, bilahare Yahudi devleti kurulacak maddesi eklendiği tarih sürecinde görülmektedir (Kolektif, 2016).
İngilizler, Suriye ve Filistin’i işgal için hızlandılar. İngilizler, 6 Ekim 1917’de Gazze’yi, 10 Aralık 1917’de de Kudüs’ü işgal ettiler. Türk ordusunun burada başarısız olması Yahudilerin Belfour planını gerçekleştirmesine neden oldu. Belfour planı ile Filistin’e Yahudi göçü teşvik edildi, Yahudilerin toprak satın almaları sağlandı, Yahudilerin kültür teşkilatı adında topluluklar kurulması sağlandı. 1922’de de Cemiyeti Akvam bu kararı tasdik etti. (Balfour Deklarasyonu, 2016).
İngilizlerin emperyal planlarını Sultan Abdülhamid Han, 33 senelik saltanatında engel olabildi. 1919’da Filistin’de Arapların nüfusu Yahudilerin nüfusunun 16 misline ulaştı. 1932 yılından sonra Hitler’in iktidara gelmesi ve Yahudilere karşı politika izlemesi nedeniyle Filistin’e göçler hızlıca arttı. 1947 yılında ise Yahudilerin sayısı Müslümanların sayısı ile eşit hale gelmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin 6 milyon Yahudi’yi soykırıma uğratmasından sonra Avrupa’nın Yahudiler için hiç de güvenli bir yer olmadığı iyice ortaya çıkınca, o ana kadar katı mülteci politikalarıyla Holocaust’a dolaylı yoldan katkıda bulunan ABD Başkanı Harry Truman, Batı’nın diyetini, Müslüman Arapların ödemesi için ilk adımı attı ve Filistin’e Yahudi göçüne ciddi kotalar koyan Britanya’dan 250 bin Yahudi'nin ‘derhal’ Filistin'e girmesine izin verilmesini ve göç limitlerinin kaldırılmasını talep etti. Bu baskı üzerine herkese mavi boncuk dağıtarak oluşturduğu kördüğümü çözemeyen Britanya konuyu 1947’de Birleşmiş Milletler’e (BM) götürmek zorunda kaldı. (Hur, Radikal 2012)
O tarihlerde Filistin’de yaklaşık 1 milyon 200 bin Arap ve 600 bin Yahudi yaşıyordu. Ancak paylaşılacak coğrafya çok küçüktü ve taraflar birbirlerinden nefret ediyorlardı. Sonunda Filistin'i parça parça da olsa aşağı yukarı eşit iki parçaya bölen bir plan BM Özel Siyasi İşler Komitesi'ne sunuldu. Yüzölçümü bakımından bakıldığında plan Araplar için 1936’da Peel Komisyonu’nun önerisinden kötüydü. Ancak nüfus kombinasyonu bakımından da Yahudilerin aleyhine durum vardı. Çünkü Yahudi devletinde 498 bin Yahudi’ye karşılık 407 bin Arap yaşayacaktı. Filistin devletinde ise 725 bin Araba karşılık sadece 10 bin Yahudi yaşayacaktı. Nüfusun geri kalan kısmı ise BM denetimindeki Kudüs bölgesinde kalacaktı. Kudüs’ten vazgeçmek ise Yahudiler için de Araplar için de çok zordu.
Araplar duruma şiddetle itiraz ettiler ama Yahudi tarafı planı kabul etmeye karar verdi. 29 Kasım 1947 günü BM Genel Kurulu’nda 13 ret, 33 kabul (10 üye yoktu) oyuyla aldığı 181 (II) nolu kararla Filistin, Arap ve İsrail devletleri arasında bölündü. Karara göre azınlıklar korunacak, Filistinlilerin ekonomik gelişmesi için adımlar atılacak, Kudüs’e uluslar arası özel bir statü verilecekti. Yine karara göre, her iki devlet daha önce Filistin’in taraf olduğu tüm uluslararası anlaşmalar ve konvansiyonlara bağlı olacaktı. Böylece Balfour Deklarasyonu bir kez daha teyid edilmiş oluyordu.

Filistin topraklarında 14 Mayıs 1948 tarihinde 69 yıl önce kurulan İsrail (SCHAMA, 2016), o günden beri bölgede sürdürdüğü şiddet ve işlediği katliam suçlarıyla ön planda oldu. Defalarca komşularıyla savaşa girişen ve hala da Filistin`i işgal altında tutan İsrail’in, kurulduğu günden beri geçirdiği evreler, gelecekte meydana gelebilecek gelişmeler için bir ipucu niteliğinde. BM çoğu kararlarına uymayan İsrail kaçak yapılaşma ve yeni yerleşim alanları açma politikasını günümüzde devam ettirmektedir.
69 yıllık İsrail tarihinde yaşananlar Batının istedikleri midir? Yoksa Batıya rağmen İsrail’in uygulamaları mıdır? Batı, coğrafyaya yıkım, gözyaşı ve kan getiren İsrail’in yıllardır uyguladığı bu politikalar karşısındaki tavrının yetersizliğini nasıl anlamalıyız? İsrail devletinin kurulması Batının bir projesi midir? Buna cevap için İsrail’in yıllara bulaşan uygulamalarına satır başı bakalım;
Tablo 1: İsrail’in Yıllara göre uygulamaları
1947 – 29 Aralık: BM, Filistin topraklarını parçalayarak bir Yahudi bir de Arap devleti kurulması planını kabul etti. BM planına göre Kudüs, uluslararası yönetim tarafından yönetilecekti.
1948 – 14 Mayıs: Filistin`deki İşgalci İngiliz manda yönetiminin sona ermesi üzerine buraya göç ettirilerek kalıcı olarak yerleştirilen Yahudiler, İsrail adını verdikleri bir devleti kurduklarını ilan ettiler. Araplar Filistin topraklarının parçalanması planını kabul etmediler ve bir gün sonra da Arap-İsrail savaşı başladı. Savaş 1949`da sona erdi.
1956 – Ekim: Mısır`ın Süveyş kanalını millileştirmesinden 3 ay sonra ikinci Arap-İsrail savaşı başladı. Yılın sonuna doğru İsrail, Sina`yı boşaltmaya başladı ve 1949 sınırlarına döndü.
1967 – 5 Haziran: 3. Arap-İsrail savaşı patlak verdi. `6 gün savaşları` olarak bilinen savaşta İsrail, Sina, Gazze Şeridi, Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Golan Tepeleri`ni işgal etti.
1973 – 6 Ekim: Yahudiliğin en kutsal günü olan Kefaret Günü`nde 4. Arap-İsrail savaşı başladı.
1977 – 19 Kasım: Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat, İsrail`i ziyaret eden ilk Arap lider oldu. Sedat, İsrail Parlamentosu`nda yaptığı konuşmada `derhal kalıcı barış` çağrısında bulundu.
1979 – 26 Mayıs: Camp David anlaşmasından 6 ay sonra İsrail ve Mısır barış anlaşması imzaladı. Anlaşmaya Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat ve İsrail Başbakanı Menachem Begin imza koydu.
1980 – 30 Temmuz: İsrail Parlamentosu, Kudüs`ü ilelebet başkent olarak ilan etti.
1981 – 14 Aralık: `6 gün savaşları`nda Golan Tepeleri`ni Suriye`den alan İsrail 14 yıl sonra burayı ilhak ettiğini bildirdi. İsrail`in bu kararı uluslararası toplum tarafından kabul edilmedi.
1982 – 25 Nisan: İsrail, Sina yarımadasını Mısır`a geri verdi.
6 Haziran: İsrail ordusu, Lübnan`a girdi. İsrail ordusu başkent Beyrut`ta bulunan Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat`ın karargâhını 88 gün süreyle kuşattı. Arafat ve örgütü Tunus`a taşınmak zorunda kaldı.
1987 – 9 Aralık: İşgal topraklarında Filistinlilerin ilk intifadası başladı.
1993 – 13 Eylül: Oslo`da 6 ay süren gizli pazarlıklar sonucu İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Washington`da anlaşmaya vardılar. Anlaşma gereğince İsrail, 5 yıl içinde kurulacak olan geçici Filistin Özerk Yönetimi`ni tanıyacaktı. İsrail Başbakanı Yitzak Rabin ve Filistin lideri Yaser Arafat el sıkıştılar.
1995 – 28 Eylül: İsrail ve FKÖ Washington`da ikinci kez anlaşma imzaladılar. Buna göre Filistin Özerk Yönetimi Batı Şeria`nın bir bölümünü de kapsayacaktı.
 4 Kasım: Yitzak Rabin, fanatik bir Yahudi tarafından öldürüldü.
1998 – 23 Ekim: ABD`nin inisiyatifi sonucu İsrail`in Batı Şeria`dan 3 safhada kısmen çekilmesi kararı alındı.
 2000 – 24 Mayıs: İsrail Güney Lübnan`daki 22 yıllık işgaline son verdi.
 28 Eylül: Muhalefet lideri Ariel Şaron`un Müslümanların en kutsal mekanlarından Mescid-i Aksa`nın da içinde yer aldığı Harem`üş Şerif`e girmesi sonucu Filistinlilerin 2. İntifada`sı başladı.
2001 – 6 Şubat: Şaron Başbakan olarak seçildi.
3 Aralık: Gazze`yi kuşatan İsrail ordusu, Yaser Arafat`ın karargâhını yerle bir etti. Arafat, Ramallah`taki karargâhına hapsedildi.
2002 – 16 Haziran: İsrail güvenlik gerekçesiyle Batı Şeria ile arasında duvar örmeye başladı.
2003 – 25 Mayıs: İsrail `Yol Haritası` adı verilen uluslararası barış planını kabul ettiğini bildirdi. Yol Haritası`na göre 2005`e kadar Filistin devleti kurulmuş olacaktı.
2004 – 26 Ekim: İsrail Parlamentosu, İsrail`in Gazze`den çekilmesi planını kabul etti.
11 Kasım: Filistin direniş lideri Arafat Paris`teki askeri hastanede hayata veda etti.
2005 – 8 Şubat: Şaron ve Mahmud Abbas Mısır`da bir araya gelerek ateşkes anlaşması imzaladılar.
12 Eylül: Gazze Şeridi`ndeki 38 yıllık İsrail işgali son buldu.
21 Aralık: Ariel Şaron Likud partisinden ayrılarak Kadima partisini kurdu.
2006 – 4 Ocak: Kasap lakaplı Ariel Şaron beyin kanaması geçirerek komaya girdi. Ehud Olmert, Başbakan Şaron`un tüm yetkilerini üstlendi.
25 Ocak: Hamas, Filistin seçimlerini kazandı.
9 Mart: Ehud Olmert, 4 yıl içinde İsrail`in kalıcı sınırlarının belirleneceğini bildirdi.
              Kaynak: Yazar tarafından çeşitli gazetelerden derlenmiştir.  

İsrail’in günümüze getirdiği güvenlikçi politikalar, dünyadan kopuk ve dünyayı, uluslararası anlaşmaları hiçe sayan politik uygulamaları devam etmektedir. Batı ve İslam coğrafyası İsrail’in tekçil politikalarını engelleyememektedirler.

3-SONUÇ:

Ana topraklarından ayrılmış, göç yaşamında varlığını sürdürmesi tehlikeye girmiş toplumların hemen hepsinde anayurda, eski topraklara dönüş hareketi gözlenmektedir. Yahudiler, Çerkezler, Filistinliler gibi. Makalemin konusunu Yahudiler ve İsrail Devleti oluşturduğundan diğer muhacir halklar konumun elbette kapsamı dışındadırlar.  Buradan hareketle İsrail Devletinin bir Batı Projesi olup olmadığı sorusunu devlet kurma isteği bağlamında ele alma imkânı bulunmaktadır.
Yahudilerin Dönüş hareketlerinde Batı ne derece yer almaktadır? Bu itibarla konu bağlamında kalmak üzere ileri sürdüğüm hipotezlerin ilkinde 19. Yüzyılın sonlarında Yahudiler kitlesel olarak Doğu Avrupa ülkelerinden Batı Avrupa'ya ve Amerika'ya göç etmeleri ile o ülkelerde oluşan anti-Semitizmin sonucu Yahudiler arasında Siyonizm ve Filistin'e dönüş düşüncesinin Yahudi diasporası tarafından canlı tutulması, ikincisinde; Yahudi şeriatının Yahudiler üzerindeki motivasyonu, üçüncüsünde; Nazi Almanya’sı tarafından Yahudilere karşı yapılan genosit nedeniyle Batının Yahudilere yurt edindirme çabaları ve dördüncüsünde sanayi devrimi sonrası Ortadoğu’da keşfedilen zengin yeraltı kaynaklarına sanayinin döngüsü (devamı) adına hâkim olma isteği şeklindeki hipotezlere çalışmamın 2.bölümünde bir tarihi kronoloji takip ederek bu konuda yazılmış kaynakları da göz önüne bulundurarak cevap aramaya çalıştım.
Her ne kadar İsrail devleti bir Batı projesi sonucuna ulaşılsa da bu projenin dünyaya mülteci olarak dağılmış diğer toplumlarda belli bir başarısına rast gelemediğimizden tek başına İsrail Devletinin kurulmasının “batının projesidir” olduğu sonucuna varmak yeterli olmayacağı kanaatini taşımaktayım. İleri sürülen tüm hipotezler kendi içerinde birbirlerine geçişken olduğunu söylemeliyim. Birbirine geçmiş bu dairelerin kesişme kümesi İsrail Devletidir.
Tüm hipotezlerden tarih seyrinde azami derece pozitif yönlerinden istifade etmek suretiyle Ortadoğu’da; Yahudi şeriatı motivasyonuna uygun, Nazi Almanya’sının mağduriyet psikolojisini öncelemiş, Rusya ve ABD deki Yahudilere yurt bulma ve onları ülkelerinden boşaltma çabaları, 19. ve 20. Yy. sanayisinin temel girdisi olan petrol gibi zengin kaynaklar üzerinden yerleşik topluma baskı kurmadaki düşüncelere devlet kurarak cevap vermiş olarak karşımızda bu devlet varlığını korumaktadır. Tüm hipotezler İsrail Devletinin kurulma sebebidir.
Sadece Batının projesidir demek Yahudi Diasporasını ve onun tarihsel birikimi ve deneyimini yok saymak demektir. Bilinmelidir ki Yahudiler her bulundukları ülkelerde ticari, siyasi, kültürel, medya gibi alanlarda en üst seviyelerde bulunmuşlardır. Etkin lobi güçleri ile her zeminde Yahudi ırkının menfaatlerini en –haklı/haksız-üst manada korumayı bilmişlerdir.
İsrail Devleti kurulduğundan günümüze 69 yıllık tarihinden kendi ajandasının dışında hiçbir girişime, karara ve hatta uluslararası örgütlerin kimi baskı kararlarına riayet etmemiştir. Tümüyle ret etmiş ya da zamana yayarak dünya kamuoyunun ilgisinden kaçırmaya çalışmıştır.
Yaptığı katliamlar karşısında takındığı tutumda buna en bariz örneği vermektedir. Şayet batının katıksız projesi olsaydı İsrail devleti kimi zamanda olsa batıyı ve onun kararlarına kulak vermek zorunda kalırdı.
 İsrail, özellikle ABD’de yuvalanan Yahudi Diasporasının etkin lobi gücünce ortaya konan ve bu güç doğrultusunda güvenlikçi endişeyle konsolide edilen bir devlettir. Kendi içerisinde bir bütünlüğü olmayan (farklı ırklar tarafında oluşan Yahudi demografik yapısı, kimi zaman sınıfsal bir mücadeleye girmektedir) halkının dışarıya karşı birlik içinde olmalarını sağlayan temel çıkarım/güdü ise güvenliktir. Dünyanın Yahudileri yok edeceği temelinde olana yaygın paradoksal inançtır.

Kaynakça

Armaoğlu, F. (2016). 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1789-1914. TİMAŞ.
Balfour Deklarasyonu. (2016, 10 17). https://tr.wikipedia.org: https://tr.wikipedia.org/wiki/Balfour_Deklarasyonu_(1917) adresinden alındı
Çağlayan, S. (3. Baskı - 2010). İsrail Sözlüğü. İstanbul: İletişim. Şubat perşembe, 2017 tarihinde alındı
Friedman, I. (tarih yok). The Question of Palestine 1914-1918,.
Kolektif. (2016). Bitmeyen Savaş Paylaşılamayan Ortadoğu. (A. K. Yusuf Karataş, Dü.) Evrensel Basım Yayın. Şubat Salı, 2017 tarihinde alındı
Lewis, B. (2006). Ortadoğu - İki Bin Yıllık Ortadoğu Tarihi. (S. Y.KÖLAY, Çev.) Ankara: ARKADAŞ YAYINLARI.
Münkler, H. (2009). İmparatorluklar - Eski Roma'dan ABD'ye Dünya Egemenliğinin Mantığı. iletişim.
SCHAMA, S. (2016). İki Rothschild - İsrail Devletinin Kuruluşu. (B. DİŞBUDAK, Çev.) Alfa, TDK Bilim.
Taymaz, P. D. (2002). 2002. Şubat Perşembe, 2017 tarihinde http://bianet.org: http://bianet.org/biamag/toplum/13679-anayurda-donus-hareketleri adresinden alındı
Turan, Ş. (2004). Türk Devrim Tarihi . Bilgi yayınevi.
Yazıcı, F. (2010). Çanakkale'nin Bilinmezleri. İstanbul: Yitik Hazine Yayınları.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

LÂMELİF

Belediye Seçimi Gelecek Seçimi

Yerelden Genele Selam Kazansın