İnsanların kalbi mi Devletin bekası mı?
Eskiden de devletin ve
yöneticilerin halka hizmet için var olduğunu söylemiyor muyduk?
Hem sonra İnsan,
Devletin mütemmim cüz'ü müdür?
Aralarındaki ilişki
nedir?
Birbirlerinin varlık
sebebi olmaları devlet aygıtına yön verenlerin hizmet odaklı eylemleri midir?
Tersten okuma yaparsak;
Devlet aygıtının insanını yok etmesi, bindiği dalı kesmesi değil midir?
Günümüzde devlet
aygıtını yönetenlerin on üç yıl öncesindeki çıkış manifestolarında, tam da Şeyh
Edebali'nin veciz bu sözü yer almışken ve on üç yıldır da bu sekmenden
sapmamışken kimler neden ve neye inanmazlar?
Ya da ülkeyi yönetenler
takiyye mi yapıyorlar?
Bilakis, takiyye
yapmadıklarını, "Biz yaratılanı,
yaradandan ötürü severiz" ifadelerinde hayat bulan uygulamalarından
milletine ayırımsız götürdüğü hizmet
kervanlarından şahidiz.
Biliriz ki, onlar Kürt
sorununda da samimiydiler. Elinden silah bırakacaklara o bölgenin çocukları
adına da sabırlıydılar. Sulh için, devletin bekası için "Gövdelerini" bu sorunun altına koymaktan da
çekinmediler.
Cumhuriyet boyunca birçok
kısıtlı alanı, olması gerektiği gibi sahibine iade ettiler. Hizmette ayırıma
gitmediler. Lakin hizmetin; barajlar, asfaltlar, havaalanları gibi bizatihi
kendileri PKK tarafından savaşın gerekçesi yapıldı. Hatırlayalım; Kürt sorunu
tüm dayatmaların dışında "sorun"
şeklinde telaffuz edilmekten tam da uzaklaşacakken 6 Haziran yüzdesi geldi. Bu
sonuçtan görülen, Hükümetin PKK’ nın sivil siyasi (!) uzantısı HDP ‘yi çözüm sürecinde
merkeze oturtmasıydı.
Kürtler de; "Madem
devlet muhatap alıyor o zaman Kürtlerin tek temsilcisi HDP'dir" kör milliyetçiliğine
sebep olan bu afarozma, HDP yöneticilerinin
6 Haziran sonuçlarının yanlış değerlendirilmesiyle "Öz Yönetim" saçmalığı ve Kandil'in "Hendek'leri kazın" talimatlarıyla can almayla, kan
dökmeyle sonuçlandı.
Terör örgütü PKK'nın,
"hendek siyaseti(!)" olarak da adlandırılan Cizre, Silopi, Silvan,
Dargeçit ve Sur'da yerleşim alanları içinde başlattığı terörist başkaldırıya
karşı devlet, 14 Aralık tarihinden itibaren daha etkin önlem almaya yöneldi.
Su da ateş yanmazdı.
Nitekim Devlet, bu kez
insanı yaşatmak için elinde silah olanı "etkisiz"
hale getirmekle, yakılmaya çalışılan yangını söndürüyordu.
Hendek'leri kaldırmak
için,
Sokağı huzura sükûn
etmek için,
Masumları korumak için,
Masumu, ardına
çöreklenenden ayırmak için,
Devletin bekası için, evvel
sokağa çıkma yasağı ilan etmekle işe başladı. Sonrada gücünü ağır ağır hendeğin
arkasındakilere hissettirmeye başladı.
Elbette bir bölgeyi
sokağa çıkmayı yasaklamakla, yaşama dair ne varsa halkı ondan uzun süreli
mahrum etmek hoş bir durum değil.
Hem de hiç değil!
Peki, ama devlet terörle
mücadele etmeyecek mi?
Veya nasıl edecek?
Batı'da çoğu kişinin,
"bu nasıl devlettir ki kendi sokağına giremiyor" diye sorduğunu
duymaz mısınız?
Duyarız elbet!
Tam da bu noktada TSK'nın
“öz yönetime” sert müdahalesi, ilçelere Tankla gelmesi, ağır görüntü verse de
Polis Özel Harekâtçıların şehit vermesini azaltmıştır. Tank topu da hendeğe
düşmekte, hendeği düzlemektedir. Düzleşen ve kaldırılan her hendek ilginçtir
ki, Demirtaş'ın ve HDP'sinin turnusolü olmuş, cici çocuk Demirtaş ve partisinin
maskesini düşürmüştür.
Hatta Beyaz Türklerin
mahallesine iltica eden, Demirtaş'ın eline sazı veren Ahmet Hakan pişkince HDP
si için "evet yanıldık, ne var bunda, hükümette paralelde yanılmıştı,
kandırılmışız" şeklinde yazar olmuştu.
Ayrıca, Devletin
konvansiyel her türlü silahı PKK ya karşı kullanması da meşrudur.
Tank da, top da…
Demirtaş'ın "hafif
silahlı gençler" demesine de sağır kalmak mücadelenin namusu gereğidir. Sokağa
çıkma yasağı var. Kabul edelim bu manada siviller için sıkıntı büyük. Çocuğu
okula gidemiyor, yaşlısı, hastası hastaneye gidemiyor hatta temel ihtiyaçlarını
karşılayacak durumda bile değiller.
Ancak, Sivili,
teröristten ayırmanın başkaca yolu yok. Muhalefet liderinin, “hendekteki arkadaşlar” dedikleri ile
mücadelede “prefabrik ev yap, halkı oralara taşı, sonra operasyon yap” gülünç
önermesi karşısında şayet barikat senin evinin önüne geldiğinde olayı
anlamışsan zaten sen de evini boşaltmaya başlamışsındır.
Şimdilerde ise göçler
var Cizre'den, Silopi'den, Silvan'dan, Dargeçit'ten ve Sur'dan!
Bilelim, oralardan
göçenler gün gelir tekrar evlerine barklarına dönerler.
Yeter ki, kalpleri
kırık dönmesinler.
Bunun için bizler,
onların ellerini tutalım ve hiç bırakmayalım.
Ki kendilerini "el" hissetmesinler.
Üstelik göçenlere
dikkat ediniz Kobani'ye, Afrin'e, PYD’ye göçmüyorlar!
Bize
göçmek zorunda kalana ekmeğimizin yarısı helaldir.
Kardeşinle
paylaşmayacaksın da kiminle paylaşacaksın?
Ancak, PKK ve diğer
bilumum harfleri Devletin bekası için sokaktan sökülüp atılmalıdırlar. Söküleceğine
milletçe de inancımız tamdır.
Bu kez Devlet, hendeğin
ardına geçenin elinden silahını öyle ya da böyle alacak, ısrar edeni de "etkisiz" hale getirecek,
getirecek ki “insan” yaşasın.
Gün gün can yakan şehit
haberleri gelse de sessiz çoğunluk, devletin hendekleri söküp atacağına dair
büyük ümit beslemektedir.
Geçti biliyorum ama bir
şey daha söylemek gerek, yoksa eksik kalacak!
Arkadaş sokağına
barikat kurdurtmayacaksın! Sokağına ve sokakta oynayan çocuğuna ey Kürt
kardeşim evvel sen sahip çıkacaksın. Ah belki, sokağa sahip çıkmanızı istemek
insaf ölçülerinde bir istek olmayabilir. Bu manada itirazınızı da anlarım.
Ancak, Şehid Yasin
Börü'nün anacığı gibi sahipleneceksin evladını. Dağa, kurda kuşa, yem
etmeyeceksin. Bunu istemek ve beklemek de bizim en doğal hakkımızdır!
Biliyorum bir çoğunuz
da çocuklarını tüm tehditlere rağmen Dağa
kurban etmedi.
Etmedi ki, ayrılıkçı
PKK'nın 1984 den beri tüm uğraşılarına rağmen birbirimizden ayrılmamış, yaşanan
köz acılara karşılıklı gönül olmuşuz.
Bitecek.
Evet bitecek.
İnsan yaşayacak,
yaşatılacak.
İnsanın kalbi de
devletinin bekasıyla bir atacak.
“Büyük insanlık”
yaşayacak.
Yorumlar
Yorum Gönder