Şekerlerim.

İnsanlar içeriğe değil, sadece başlıklara bakar oldular. Oysa eskiler “zarfa değil mazrufa bakın” derken ne kadar nahifmişler. Ben de özü arıyor ve onu istiyorum, insanı insan yapan özü. Zira ruhumun acelesi var. Zarfta kalıp mazrufa bakmamazlık edemem, öyle bir lüksüm yok.
Sükûnet bulacak bir iklim arıyor insan. Ki yeniden solmamak üzere çiçek açsın o iklimde. Var olsun. Hayırla yâd edilsin. Aceleliği bundan; içeriye bakmamak, satıhta kalmak belli ki bundan.

Biliyoruz ki asıl olan, yaşamı değerli kılmış eylemlerimizdir. Eylemlerimizle ağzımızın tadı şekerlerimiz birikiyor. Üretiyoruz. Şahsen ben, zamanla har vurup harman savurduğum, esirgemeden harcadığım şekerlerimi şu griye bulanmış beyaz günlerimde elimde kalan tek bir şekerlemeyi bile yitirmek istemem. Onları doğrusu sükûn bulacağım iklime bırakmak isterim. Amacım, sevdiklerim ve vicdanımla barış içinde ve huzurla dolu olmaktır. Hayatın darbelerinden, acımasızlığından, halim selim bir ruh ile çıkmayı başarabilmiş, müşfik ve insanla şerbet olmuş, şekerleşmiş, başkalarının yüreğine dokunabilen, mazlumlarla ağlayan, onlara kol kuvvet olan insanlarla olmak istiyorum.

Etrafımda kümelenmiş ve mecburiyete teslim ilişkiler yürüten maskeli tanışlardan uzak olmak istiyorum. Bunun için bir on yıl kadar var bir karar almıştım. O kararım artık eylemleşiyor. Evet, uzun vakittir maskeli dolaşanlara, dalaverecilere ve çıkarcılara tahammül etmiyorum.
Yüzüne yüzüne yaptıklarını vurunca ben çok “aksi-lanet” oluyormuşum. Ne gâm?
Dostlarımı azalttığımda -ya da daha doğru ifade ile dost görünenleri azalttığımda- düşmanları da azalttığımı gördüm. Ha elimde ‘aksilik’ tanımlaması kaldı. Velev ki kalsın, ben onunla mutluyum.
Aksi olmak maskeli olmaktan çok ötede ve çok da masumdur.
Bu da heybemde dem alan en büyük bir şeker oldu.

Umarım sizin için de aynısı olur, heybenizde ömrünüze biriktirdiğiniz şekerleriniz olur. Çünkü her hâlükârda yaşlanacaksınız, yalnız kalacaksınız. Ne baba, ne ana, ne eş, ne evlat. Hiçbiri kalmayacak.
Ya heybenize bin bir itina ile koyduğunuz şekerleri tek tek yiyip bitireceksiniz ya da heybeyi nasipsizce yırtıp şekerlerin yitik olmasına izin vereceksiniz!
Elindekini kolayca harcamak, biriktirmeden, dem almasına izin vermeden, elden avuçtan, dimağdan, kalpten çıkarmak, nasipsizlik ya da hovardalık değil mi?
Nasiplenin ama heybenize de sahip çıkın derim ben. Doldurun heybenizi sizi şerbetleyecek, demleyecek sağlam ukdelerle. Ağzınızın tadının ekşimesine asla izin vermeyin. Mevkiiymiş, makammış, paraymış, pulmuş bunlarla avunmayınız. Çünkü bunlar fena halde geçici ve fana halde muhkem duvarlarla etrafınızın sarılmasına neden olur.

Durduk yerde, nasılsa zaman var dikilir diye heybenize makas atmayın.
Ne dikecek mecaliniz olur ne de heybede kalacak şekeriniz.

Övünecek şekerim dediğim iki akidem var: Hakikat ve vicdan!
Ki bunlar sığınılacak temiz iki liman. Yanlış düşünmüyorsam bu cümlenin çünküsü şudur; “Çünkü Allah, bu iki limanı kendinden halk etti.” Hakikati ve vicdanı bayrak yapmak; bu cümlenin çünküsü de, “doğru bildiklerin için bu iki bayrağın gölgesinde mücadele etmektir.”
Şekerlerimin hası bunlar işte. Ahir ömrümde sahip çıkacağım ve evlatlarıma miras olarak bırakacağım yoksulluk şekerlerim; “Hakikatin yanında olun” ve “Vicdanınız önünüzü aydınlatan feneriniz olsun.”


21 Ocak 2020

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

LÂMELİF

Belediye Seçimi Gelecek Seçimi

Yerelden Genele Selam Kazansın