Kayıtlar

Şehitler Tepesi Boş mu Kalacak?

Yanlış mı görüyorum, bir bakalım. Kanal İstabul yapılacak. Muhalefet lideri seçimlere yıllar varken “iktidar olacağız, tabanımız hazır olsun!” İdlib’teki TSK kuvvetlerine saldırı. 34 şehit ve Türkiye kamuoyunun yüreğine düşen bomba! Kanal İstanbul tartışmaları 2019 yılının son aylarında ülke gündemini işgal ediyordu. Muhalefet sert tepki vermişti Kanal İstanbul çalışmalarına. Hatta ‘gezi’de başlayan büyük projeleri engellemek için sokak hareketlerinde yer almakla, desteklemekle büyük bir motivasyon edinmişti. Her büyük projede “yaptırmayız” ı yüksek sesle haykırıp kâh çevreye, kâh ekonomik israfa yüklenip halkın nezdinde karşılık bulmaya çalışıyordu. Projenin, maliye bakanının yıllar önce edindiği 3-5 dönüm tarla için yapıldığını bile iddia eder hale gelmişlerdi. Nereden Neşet olduğu bilinmeyen bir bilgi ile Kanal İstanbul'u ”ABD İstiyor” denilerek yazmaya başladı. Bu söylem bakan beyin tarlası için yapılıyor söyleminden daha çok satışı yapılabilecek bir söylemdi.

Şekerlerim.

İnsanlar içeriğe değil, sadece başlıklara bakar oldular. Oysa eskiler “zarfa değil mazrufa bakın” derken ne kadar nahifmişler. Ben de özü arıyor ve onu istiyorum, insanı insan yapan özü. Zira ruhumun acelesi var. Zarfta kalıp mazrufa bakmamazlık edemem, öyle bir lüksüm yok. Sükûnet bulacak bir iklim arıyor insan. Ki yeniden solmamak üzere çiçek açsın o iklimde. Var olsun. Hayırla yâd edilsin. Aceleliği bundan; içeriye bakmamak, satıhta kalmak belli ki bundan. Biliyoruz ki asıl olan, yaşamı değerli kılmış eylemlerimizdir. Eylemlerimizle ağzımızın tadı şekerlerimiz birikiyor. Üretiyoruz. Şahsen ben, zamanla har vurup harman savurduğum, esirgemeden harcadığım şekerlerimi şu griye bulanmış beyaz günlerimde elimde kalan tek bir şekerlemeyi bile yitirmek istemem. Onları doğrusu sükûn bulacağım iklime bırakmak isterim. Amacım, sevdiklerim ve vicdanımla barış içinde ve huzurla dolu olmaktır. Hayatın darbelerinden, acımasızlığından, halim selim bir ruh ile çıkmayı başarabilmiş, m

Trabzon(lu)

Son günlerde edebi kıt eylemi mobbing olan Belediye Başkan Yardımcısı Veysel İpekçi üzerinden estirilen Trabzon/lu düşmanlığına bir Trabzonlu olarak şöyle itirazı kayd düşmek isterim. ‬Hayır elbette İpekçi’yi olumlamayacağım. Gayri bir insani davranış olmakla beraber yaptığı bir insanlık suçudur. Davranışının olumlanacağı hiçbir mülahazada hiçbir yönü yoktur. Ancak, herkesi üzen menfi olayın üzerinden yapılan genellemeler fevkalade rahatsızlık oluşturmaktadır. Basit bir anlatımla‬ herkesin bildiği ama hüküm verirken hatırlamak istemediğini bu yazıda tekrar hatırlatmak isterim.   Evvela bir Trabzonlu olarak liyakat ve insani kalite dışında hiçbir vasfın hiçbir şeye pozitif ayrımcılık sağlamaması gerektiğine inanıyorum.   Trabzon ve civar illerde arazi dağlık ve çok zorludur.‬ Ve insanı bu dağlık araziye uygun olarak fevkalade çalışkan, üretken, vatanına milletine bağlı ve kendiyle barışıktır.‬ Eğitimlidir. İlçeler bazında son yıllara kadar Beşikdüzü Türkiye’nin en yüksek ta

Kaçak Cami Yaptırdım

Son günlerde İstanbul özelinde ama ziyadesiyle turizm alanları, sit-yaylak ve ören yerlerinde kaçak yapı yıkımları gündeme gelmektedir. Toplumun dikkatini çeken bu yıkımların İmar Barışı düzenlemesinden sonra geldiğinden olsa gerek büyük bir ilgiyle ve tepkiyle karşılanmaktadır. Bu nedenle yasal düzenlemelerimize göre kaçak yapıların hukuki statüsüne bakmakta fayda mülahaza ediyorum. En son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim de sıkıcı yazımın arasında kaybolup gitmesin. Kamu yöneticilerinden beklenen asgari tutum; demokratik toplumları bir arada tutan ve bizim ona kısaca metinler dediğimiz mevzuat manzumesini görevinde tam ve eksiksiz uygulamasıdır. Bir belediye başkanı “ben kaçak olarak belediye sarayı, cami, cem evi, kilise, havra, talebe yurdu vs yaptırdım” diyemez. Dememelidir. Ve bu kaçak halden takdirde beklememelidir. Zira aşağıda belirtileceği üzere Kaçak Yapı/Gecekondu yaptırılmasına göz yummak sıralı amirler açısından görevini kötüye kullanma suçunu oluşturur. Üsküd

Orhan Olmamak; Nöbet

En başta söyleyelim; nöbetten bahsetmek ve nöbeti tutmak için evvela nöbetin gerektirdikleri ile kuşanmak zaruridir. Nöbet  ise dava ile ilgilidir. Bir davanız varsa orada da fedakarlık söz konusudur. Bu noktada Fedakarlık içermeyen hareketlerin/örgütlerin bir dava güttüğünü söylemek zordur. Menfaatın yoğun olduğu, şahsi çıkar ilişkilerinin zirve yaptığı örgütlenmelerin başarısı da bu nokta itibariyle kısa vadeli olması kaçınılmazdır. Umuma ait bir fedakarlık içermezler çünkü.  Nöbete çağrı sesimiz, kalbimizden ise sözümüzün tesiri olmaması da mümkün değildir. Zira Bereket , artırma ise -ki öyledir- o söz de bereketlenir, çoğalır, tesiri artar. Hangi pozisyonda, hadi daha sarih bir ifade seçeyim, hangi makamda olursanız olunuz gayretleriniz “hakkı üstün tutmak” için değilse, bu mefkûreyi dünya nöbetinizin silahı haline getirmemişseniz, varlığınız sadece nefes alıp vermekle sınırlıdır. Kalp ve beden  “hakkı üstün tutmak”  ilkesi üzerine olmalı.  Gerisi dünyada kalacak o

Sürülecek Yol

(On, yirmi yıl sonrasına) Nasıl da çelimsiz, sıska, narinim. Cebimde cam kırıkları göz yaşlarından mercanlarım var. Vücudum narin, kırılgan da olsa mizacım vücuduma inat kavi. Kırılganım; çok kolay hasta oluyorum. Biraz bakımsızım galiba.  Sağlığıma, yediğime içtiğime bakmıyorum.  Yirmili yaşlar işte.  Bu durumun bu yaşlarda biraz da günlük hayatımın koşuşturması ile ilgili  olduğunu sanıyorum.  Okul ve aileme destek olmak üzere yaptığım yarı zamanlı iş, sağlıklı beslenmeme engel oluyor. Annem başta olmak üzere tüm yakınlarım bu duruma nasıl da endişeli.  Kuzucuğum, kuzucuklarım benim.  Mizacım ise hiç kırılgan değil. Kavi dedik ya! Rüzgarlara göre şekil alanlardan hiç olmadım, bilakis şu işte menfaatim var, şu sözde rahatım var susayım hiç demedim.  İşte ben de büyüyorum.  Karakterimde büyüyor, kavileşiyor. Farkındayım.  Çatık kaşlı olduğumu söyleselerde aslında değilim  İçimde çatık kaşlı olmaya ters tatlı, güleç, şirin bir çocuk var.  Peki beni çatık

Bir Üst Lig

“To punuz gelin.”  Geldiler. Erdoğan’ın çağrısı netti. Esasen içerideki hainlere yapılan bu çağrı, destekçileri olan  ‘odak ülkeler’i de hed efine alıyordu.  Topunuz gelin! Geldiler. Tümü karşımızda mevzilendi. Vekalet savaşları süren Suriye’de ilk kez Albayrak dalgalanıyordu. “Fırat Harekatı ve Zeytin Dalı Harekatından” sonra üçüncü güçlü haykırış “Barış Pınarları Harekatı” adı ile coğrafyaya yeniden endam ediyordu. 30-35 km derinlikte ve tüm sınır boyunca sürecek bir güvenli bölge sağlanılacaktı. PKK bu bölgeden ölü ya da diri çıkarılacak, bölgeye huzur getirilecekti. Ana hedef buydu. Türk Genel Kurmayı bu hedef doğrultusunda A, B, C planlarını hazır etmişti. Saha başarıları kısa zamanda dudak ısırtan cinsten ve çok başarılıydı. Batı başkentleri uluslararası ilişkilerde yeni tanıma muhtaç bir şekilde şok geçiriyor ama utanmadan, sıkılmadan bir terör örgütünün arkasında mevzi alabiliyorlardı.  İçeride ki muhalefet çaresiz. PKK’nın sahipleri, ABD ve Almanya (!)